Peki Tanrı’dır.
Kierkegaard’ın haçı fırlattığı
yerden devam edersek, Peki herşey uzun sürmüş bir vazgeçisin ayini midir?
Ya da söz konusu olan ayin değil,
vazgeçiş durumu olduğunda üzüntü duymadan uzaklaşmanın formulü nedir?
Peki şeklinde çıkan “üzüntü” uzun
süre aynı durumda kalmış olmaktan
kaynaklanır. Üzüntüye eşlik eden renk ise bir zamanlar halenin size vadettiği tınıdır.
Bir tür renk müziği yaratmak istiyorum demiştin sevgili Gogh.
Hakikat ile karşımıza çıkmış, tüm
öğeleri birden gözümüze tutmuş yasaların üzerine bir sezgi bırakmıştın.
Gizlendiğin yer tüm kavramların yeniden bir biçim kazandığı sessizliğe ait gibiydi.
Soyuta kaydıkça tını ile etkileşimin artıyordu.
Nasıl belirginlik kazandırabilirdin
bana?
Parçalar arasında uyumlu bir
bağlantı kurulmalıydı o sabah. Köprüden geçiyor, yolu uzatıyor olmak yasal ile
kurulan bağlantıyı arkada bırakmak değil, suyun izin verdiği orandaydı. Titizlikle
hazırlanmak yerine gize başvuruyor, devinim artık alışıldık geliyordu.
Kıvrılarak uzanan siyah kalın
çizgi, ötedenberi sonsuzluğun simgesi. Unutkan bir melek tarafından kuşku
duyulmadan geçirilen yumuşak, tatlı günlerimiz gibi.
Zaman tarafından maledilen iç dünya
olgularının olanaksız güneşin sönmesinden sonraki ölçü, hepsi-tümü hiçlik tarafından ele
geçirildi.
Uzun süre denizin karşısından izlediğin ışık tınısı renkti
aslında. Gidip gelmeler arasından geçen zaman içsel zorunluluk tarafından örgütlenen
ve üst düzey doğrular oluşturduğumuz bir doğaçlama-kompozisyon hali.
Gizlenmeyi tercih ediyoruz. Sözcüklere
ve nesnelere her zaman verilen dikkatin bizi gizlemesinden ve eğer dikkatimizi
nesnelerin en saydamlarına çevirirsek dikkatin bizi kesinliğe götürmesinden
başka bir şey değildir giz.
Handiyse mutluyduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder