26 Eylül 2015 Cumartesi
183
Ezelden ebedi iki hareket: Philia (dostluk) ve neikos (çatışma)
Varoluşun açıklanması konusunda en eski felsefedeki zıtlaşmaya dayalı eğilimin, kurala bağlanmış müsabakasının esaslı bir rol oynadığı ilkel toplumun zıtlaşmalı yapısına tekabül etmesinin rastlantı sonucu olmadığını bütün belirtiler göstermektedir. Her şeyi zıtlaşmalı bir ikilik içerisinde kavrama ve her şeyi yarışmanın hükmettiğini kabul etme eğilimi ezelden beri vardır. Hesiodos hala selamet getiren iyi Eris ile kötülük getiren Eris'i çatışma halinde görmektedir.
Doğadaki bu çatışma adalet karşısında çatışmadır. Kosmos, Dike ve Tisis kavramları, ait oldukları adli hayattan aktarılarak bir davanın terimleri ile anlaşılabilsin diye dünyanın hareketine uygulanmıştır.
Bu kavramın içerisine yerleştirebileceğimiz aitia ise doğal nedenselliği ifade eder.
Bütün unsurların biraraya geldiği sonsuzluk içerisinde hukukun yeri, şiddete karşı filozofça şiddetin kullanımıdır.
Her kenarında 60 tane dünyanın yer aldığı hukuka ait dünya geride kaldı. Artık elimizde sadece 3 tane var. Bu halka halinde dönen köşeler bize ait olanlar.
1.Emeğin bedeli
1.Emeğin bedeli
2.Zahmet
3.Griphos
13 Temmuz 2015 Pazartesi
Don't go
aynı şeyler'in
anını silmek
bir söylemin
nesnelerinin oluşumunu
betimlediğimiz zaman,
söylemsel bir uygulamayı
belirginleştiren ilişkilerin
içine girişleri göstermeyi denemiş oluruz.
ne sözcükler arası bir örgütlenmeyi
ne de anlam bilimsel bir alanın
kopukluklarını belirlemiş oluruz.
git-me.
anını silmek
bir söylemin
nesnelerinin oluşumunu
betimlediğimiz zaman,
söylemsel bir uygulamayı
belirginleştiren ilişkilerin
içine girişleri göstermeyi denemiş oluruz.
ne sözcükler arası bir örgütlenmeyi
ne de anlam bilimsel bir alanın
kopukluklarını belirlemiş oluruz.
git-me.
8 Temmuz 2015 Çarşamba
Labirent Dionysos’un kulağıdır, iç kulaktır
İnsanın yüzü ile olan ilişkisi
tamamiyle soyutlanmış olanla ilişkiye benzer.
Her yüz, aldığı darbeler sonucu şekil
değiştiren bir aynadır.
Çukur bir aynanın anlamı kendi içinde,
tümsek bir aynanın ise dışarıda aranmalıdır.
Yüzden yansılanan şey zamandır.
Zaman istenç ve inancın bir
bileşimidir.
İstence düşünceyi eklemeye
çalıştığınız anlar, yalnız olduğunuzu en çok farkına vardığınız anlara tekabül
eder.
Çünkü zamanı kendi bedenimizden
başkalarına taşırız.
Zaman aslında anlam olarak olmayana
aittir.
Kendi yüzünüz, elleriniz, bazen iç
organlarınız vasıtasıyla zamanı en yakınınızdakine transfer edersiniz.
Bu sonsuz bir döngüde devam eder.
Şaşırmakta haklı olduğunuz şey,
isteğin değil de, inancın nesnelleşmesinde hayatın ve zamanın problemlerini
bulmaya vakit kalmamıştır.
Bu döngü aynı mükerrerlikte
tekrarlanır.
Belki bir gün sizin bedeninizden
geçmiş olan zaman tekrar size geri dönecektir.
Psikomorfizm olma hali, aynı zamanı
başka bedenlerde yaşayan kişilerin kurak bir zamansızlıkta inleyen alışverişine
benzer.
Zaman, bir takas objesidir.
“Az
versene hayvan herif!”
sizi ondan koparan tek sorudur.
Zamanı bir ödünç nesnesi olarak
görmemiş kişiler, zamanla sadece yatmayı tercih ederler.
Zamanın içi yerine, dışına boşalmışlardır
ve o sıcaklığı hiç hissedemeyeceklerdir.
Sıcak olan zaman, yüzünüzün deforme
olmasını sağlayan asıl mit ve magmadır.
Zamana karşı bedenin yarış istenci, sizi
aynı Çinliler gibi basık yapan önemli bir unsurdur.
İnsan bedeni yayılmadan toprağa
yığılan, zamandan (ulus) ibarettir.
Geçmişte eriyik bir zaman parçasının
nasıl bedenime yapıştığını anımsıyorum.
Her şey bizim onlara atfettiğimiz organize
bir molekül yani toplumsallık iç güdüsü kadardır.
O lanet şey yüzünüzde çizgiler oluşturur.
Zamanı en iyi kullananlar
politikacılardır.
Çünkü iktidarın olduğu her yer zamana
açılan bir kapıdır.
Geride bıkaktığınız tüm zaman,
dünyanın düzenini ifşa eder.
Zamanı arkamızda bırakmamak adına
seçebileceğimiz yollardan biri, aynalardan uzak durmaktır.
Bunu seçmiş tüm cesetlere göz atarsak
en yakınımızda duran kendi cansız bedenimizdir.
Karanlık ve tekinsiz bir şehre
girerken soluk ışığın altında parıldayan bir zaman hüzmesi, sizin intiharınıza isteyen en nötr algıdır.
Zamanın yüzünüzün en çukur yerlerini
doldurduğunu düşünün.
Karşınızda duran, kayıp gitmeyen bir
zamandır.
Işık en girişken biçimiyle
avuçlarınızın içinden dahi geçecektir.
Yaşlanmanın bedeli ışığın vücudunuzdan
geri yansıması ve derinizde bıraktığı koyu izler şeklinde vuku bulur.
Aynaya karşı gösterilen iyi niyet aslında
bir ışık olan zamanın izinde ortaya çıkar.
Zaman, kefaret ile barınak arasında
bir sığınaktır.
Her düşüş ya da çöküş Tanrıya olan
husumettir.
Koro ürpertici bir sekans ile titrer.
Ve aynanın üzerine çizilemeyen
resimler “bütünüyle öteki” olanı var kılar.
Gerçek şu ki, farklılık farklılaşarak
gider.
Kendinize düzensiz fanteziler uydurun.
Çünkü değişkenlik şeylerin
kalbindedir.
Zamanın organik öğesi fizik dünyada
ancak “karbon”a tekabül eder.
Bu basitliği unutmayın.
Hiçbir materyal karbonun yeteneğine
sahip değildir.
Hayatın sadece ve komplike bir
kimyasal bileşim olduğunu hayal edin.
İlahi şiddetin muğlaklığının kökü de,
tam bu karbonun karbona yakınlığında aranmalıdır.
Zamanın var-olan ile her füzyonu, var-olanın varlığını tıkamasıdır.
Bu kendimizi zamanın içerisinde bir
tür gösterme biçimidir.
Kuşatır ve geliştirir.
Eski bir soruyu yinelersek; Dionysos
neden Ariadne’ye ya da sevilmeye gereksinim duymaktadır?
Zamanın iyiliğini isteyen Dionysos
baba,
tıkandığı bir sabahın sonunda,
ışığın ve anlamın aynı anlama
geldiğini anladığı bir lunaparkta
muhtemel kimin kim – neyin ne –
olduğunu anladığı anda
ikiye bölünmesi gerekecektir.
Olumlanması
için gereken ikinci olumlama, yaman labirentin
yani iç kulağın kendisidir.
Kulağımıza küpe olsun.
“Zaman,
onu tırmalayan düşünceler tarafından engellenecektir.”
15 Nisan 2015 Çarşamba
Viva la femme fatale!
Üretilmiş hermafrodit nesne sanayi devrimi öncesine rastlar.
Vergilius Truva Atı’nı arkerlerin doldurduğu bir döl yatağı, silahlara gebe kalınan ölümcül bir makine olarak tanımlar.
Athena’nın tanrısal yetisiyle
yapılmış olan Truva Atı hermafroditiktir, çünkü ruhu olmayan bir doğurganlığa
sahiptir.
Bedenin kimyevi ve cerrahi manipülasyonu ile üretilen yeni bir cins olan "transseksüel toplum" icadının yol açtığı yasal ve ahlaki sorunlar çözümlenebilir mi bilemiyorum ama elimizden gelen tek şey cinsiyetsiz ruhun bizden uzak durmasını sağlamaktır.
Viva la femme fatale!
Oligarşinin "Peri Masalı" Yasası
Eğer bir peri masalı anlatıcısı değilsen,
kurgu gerçekliğe dayanır,
hayata dair bilgini bir yerlerden sağlamak zorundasın.
Şunu bilmelisin ki,
üzerine yazdığın materyal,
sen onu dönüştürmeden evvelki haliyle alakalı olmalı. [H.S.T]
8 Nisan 2015 Çarşamba
Sizofrenide Sınır Deliliği
Sınırlar,
duvarlar,
dışta bırakan,
içte bırakan ve
koruyan her şey eşyaların düzenindeki içsel bir birliğin yokluğuna dayanır.
Şayet bunlar kendiliklerinden bir arada bulunmazsa, dıştan korunmalı ve kendi için doğal olmayan bir birlik haline gelmektedir.
Eşyalar ilişkilerini kaybetmişlerdir ve mekanda kendi ilişkiselliğini, tıpkı durmaksızın sağlamlaştırma tertibatlarının sadece bir avuç anlamsız binayı korumak zorunda olan fantastik bir şehir haritasını çizen hastada olduğu gibi.
Kullanılabilirlik anlamı mekandan yok olmuştur.
Ele gelen/elde olanın dünyası.
Heidegger'in söylemek istediği gibi, hasta olanın evveliyetle "mevcut olanın" bir dünyasıdır. (f)
Anomi
Toplum bir organizma gibi işler.
Değiştiğinde yeniden denge haline gelme eğilimindedir.
Ancak bu süreç otomatik olarak işlemez.
Aktif katılımın yokluğu,
Yaşadığınız hayatın ahlaki faydalarını paylaşamamanıza,
Anomi ve bencillliğin karakterize ettiği bir toplumsal varoluşa neden olabilir.
Bu patolojik bir sorundur ve intihar etmek zorunda kalabilirsiniz.
Paylaşın.
10 Şubat 2015 Salı
Nasıl daha iyi sevgili olunur ulan?
1.Bütün
başarıları sevgilinize, tüm başarısızlıklarınızı kendinize atfedin.
2.Sevgiliniz
insanın doğası hakkında itiraz kabul etmez tarzda ahkam keserken, huşu
içerisinde gözlerinin içerisine bakın.
3.Sürekli
olarak sevgilinizin söyledikleri ile Freud’un söyledikleri öğretileri birbirine katın.
4.Eski
sevgilinizin hoşgörüsüz ve yargılayıcı tavırlarından şikayet edin.
5.Daha
hızlı ilerleme gösteremediğiniz için sevgilinizden bol bol özür dileyin.
6.Arada
sırada elinize yüklü miktarda para geçeceğini söyleyin.
7.Çok
nadir anlarda kısa bir sessizlikten sonra sevgilinize, “Benim ne hissettiğim seni
gerçekten ilgilendiriyor mu?” diye sorun.
8.Sevgilinize
onun sayesinde nobel ödülü kazanacağınızı söyleyin.
9.İlişkinizin
50 yıl sürse bile onu sevmeye gönüllü olduğunuzu söyleyin.
10.Sevgilinize
asla “bir kere de benim bilmediğim bir şey söyle” demeyin.
Not: Bütün bunları zaten sağlamayı başardıysanız iyi bir psikoterapi ihtiyacınız yoktur, devam edebilirsiniz.
7 Şubat 2015 Cumartesi
31 Ocak 2015 Cumartesi
Bedenin Statüsü
Yoldan geri çevrilmiş her insan [beden], en az bir kıyamet imkanını barındırır.
Başka bir söylemle yaşama deyişinde temel bir ikircim vardır. Yaşam, kendi başına bırakıldığında estetik bir etkinlik barındırır. Ancak devamında -bundan asırlar önce bir kitap kapağının içinde okura seslenildiği gibi- eğer yeterince beklersen;
"yola çıkmak yerine, o yolun bedeninin içerisinden geçeceğine olan inancın” alır. Sonuçlar beklendiği gibidir. Yani hayat, "istifade edemediğimiz bir ölme özgürlüğüdür." Özünde özgür olamama hali, bir yokluk duygusu ile belirir. Aynı tao’nun yarattığı boş kase imgesi gibi. Hatta çakılıp kalmış Sümerli tanrıçaların ıslanmayı bekleyen vulvaları gibi. Irmaklardan gelecek suyu beklersiniz, ancak toprak hep kurudur.
İçeridekileri çok hareket ettirme; o kutsaldır!
Muhtemel kişi, muhtemel tüm gün boyunca Hegel’e hiç bulaşmadan “ötekinin arzusunu arzular.” İşte sayısız arzuyu parçalayan esas arzuda budur. Ancak arzunun mantıksal bir ilerlemeyle ölüme gidip orada durmadığını, perde kapanmadan önce yokluğa gitmeye çalıştığını görmemiz engellenmiştir. Tüm olanları fark ettiğiniz anda, uykunuzda seviştiğiniz şeytanı ruhunuzdan çıkararak terk etmiş ve pastoral bir polisiye öyküsünde yer alan ajanın, yaşamını sürdürmek için cinayet işlemeye devam etmesi gibi bir metafora kapılmışsınızdır. Aslında cinayet hiç işlenmeyecek, arzunun ontolojik ufkuna teğet geçen zalim bir saldırganlık hissiyle, geçmesini beklediğiniz yolun kenarında arka sırada beklemeye devam edeceksiniz.
Bedenin reddedilmesi, en soylu unsurları ortaya çıkaran ritim duygusudur!
Kant, uzun zaman önce Freud’un kapattığı alana girme cesaretini gösterirken, önemli bir eksikliği ortaya koymuştu. Eğer bilinçdışı dil ve düşünceyi etkileyen bir kuvvet alanı şeklinde hareket ediyorsa, o zaman şey, temsili bir “kendinde şey” olamazdı. Bu etki ancak bastırılmış fantezi ve anıların üst katmanlarında görülebilirdi.
Yolun kendinden geçmesini beklediğin bu fantezinin arzusu ya da yolcusu, -kuzeyde bir ülkede uzunca bir süre tanık olduğum üzere- aslında varlıkla ilişkili değildir. Halen amniyotik bir sıvı plazmasının içerisinde içe dönük bir çalışma geliştirmemiz lazım. Ve derin bir unutma hali.
Asıl unutulmaması gereken; “kişi hiçbir şekilde bilmediğinde, netleşir ve açığa çıkar.”
Açığa çıkmak ise hem örtük, hem de belirtik bir mantık taşır.
Sonunda ve yavaş yavaş bedenimiz dirilmiş bir bedendir, çünkü kaynağını bir kez daha görmüştür. Hatta beden, en az arzu kadar zamansallaştırıcıdır.
Neyi iletmişti Yuhanna?
“başlangıçta Tanrı vardı, ve söz Tanrı ile birlikteydi, ve söz Tanrı’ydı. Onda yaşam vardı, ve yaşam insanın karanlıkta parlayan ışığıydı, ve karanlık onu yenemedi.”
İnsan, en az Tanrı’sı kadar, kendi BEDENİNE ulaşmak için aynı sözleri söyleme hakkına sahiptir. Kendini kendi ile ilişkilendirmek ve kendisi olmayı isteme yoluyla “kendi” saydam benliğine ulaşabilir. En büyük paradoks olarak insan bedeni, her zaman bir yol öyküsü, bir sıçramadır.
“Şu şudur, bu değildir” in aydınlanması, Beden'in ve ondan geçecek olan Yol’un, kusurlu olmasının nedenidir."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)