Aşkın doğasının temeli pozdur. Bu pozun fiziksel süresinin
pek fazla önemi yoktur; saniyenin milyonda biri kadar bir zaman aralığında bile
bir aşk-poz vardır. Çünkü burada poz, hedefin bir davranışı bir tekniği değil,
ona bakarken ne kadar kısa olursa olsun, gerçek bir şeyin göz önünde hareketsiz
kaldığı o anın düşüncelerini kendi imgemize yansıttığımız andır.
Onun hareketsizliğini sağlarım; zaten aşkı oluşturan bu
durmadır. Bir cesetle, onun yaşayan görüntüsü arasındaki metoforik ilişki,
poz-aşkın soğuyan bedeniyle dirilmiş İsa’ya dokunmaya çalışan ve özenle
saklanan kimliklerimizde canlanır.
Kendini sürdüren ve yenileyen bir sabahın, skandal yaratan
bir etkisidir, poz’un ardındaki bakışımdan uzak ilgisizliği. İnsan eli ile
yapılmamış olduğunu fark edersiniz. Bu fışkıran hazinlerin ışıltısıdır. Poz,
ışık yerine, kendi ışınlarıyla saçından-teninden-bakışından bir hazine
yaratmıştır. O, o gün fışkıran ışınların hazinesidir.
O poz’un varlığı neyin artık olmadığını söylemesi gerekmez;
o yalnız ve kesin olarak neyin olmuş olduğunu söyler. Her şeye de bu ayrım
karar verir. Aşkın karşısında duran bilincimiz, belleğin nostaljik yolunu değil,
bu dünyadaki her bir poz için, yok oluşun yolunu izler. Onun özü, temsil ettiği
galaksiyi onaylamasıdır.
Artık hapsolduğunuz dilin talihsizliği, doğruluğunu
kanıtlayamamasıdır.
Zaman geçtikten sonra poz, ışık ve nemin etkisi ile solar, zayıflar,
yok olur; onu kaldırıp atmaktan başka yapacak yoktur. Eski toplumlar zamanın
yerine konan anının ilksiz ve sonsuz olduğunu, en azından ölümü anlatan şeyin ölümsüz olması gerektiğini düşünmüşlerdi. Bu Anıttı.
Birbirlerine aşık oldukları o tuhaf ve anıtsal günün
çekiciği hala üstünde; poz'un. Bu büyüyü oluşturan varlık aslında yokluğa sahip, örtülü
ama yine de apaçık olan bir büyü.
Unutulmamalıdır ki; o poz-aşkın bir gün içine girecek olan,
kanıtlama gücüne en çok sahip olan olacaktır.
Woodkid - Stabat Mater
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder