12 Ekim 2014 Pazar

Kassel Jaeger – Toxic Cosmopolitanism

 
Şiirle müziğin boşanması,
 ilk olarak basılı sayfalarda kendisini gösterdi.
 
Eğer kişi armoni ve tınlayan karşıtlık olanaklarını feda ederse, ölçünün ketlemelerinden kurtulmuş melodi yaratma olanağı kazanır.
 
Nüansın tadına varmak için, konuşmanın ağırlaşması gerekir.
Uçsuz bucaksız ve kavissiz bir dize düşünün.
Çoğunlukla yeterli olacaktır...
 

3 Ağustos 2014 Pazar

İronik Bir Lütuf

 
Nasıl ki narin bir kap tam doldurulamaz daima
İnsan da yalnız ara sıra dayanabilir ilahi tamlığa.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

İnsan, Çok Fazla İnsandır


Sadakat, kendi kendine uygulanan bir terördür.

Bugün kaygan zeminde DİRENME suretiyle kendine “yeniden bir beden kazandırmaya çalışan” kimliklerimiz ile karşı karşıyayız. Bu oluşan yeni kimlik;

“Bir gökkuşağı döküldü pencereme, heyecanlandım”

kafasıyla başta kapitalist kültürün zırhına, onu koruyan ve akılcılaştıran egosuna saldıran ve onun iç ile dış, özel ile kamusal, ben ile öteki arasındaki katı ayrımları çözülmeye uğratan, kahkaha atan, sıçan hatta otuz bir çeken bedenin aydınlanmış olumlanmasıdır.

Savunulan tek yönlü bedensel anarşizm kültünün mitsel modeli, yergi dolu gürültülü kahkahasıyla devlete ve cemaate meydan okuyan ve animalist bir hayatta kalma felsefesi ve mutlu bir reddediş içinde yaşayan, şehrin duvarları içerisinde toplum dışı bir pleb hayatı süren, Yunanlı kinik Diogenes’tir. Yada aynı Ferlinghetti modeli ile dünya ormanının derinliklerinde kendini teslim edecek bir delik arayan, bulduğu selüloit bir cep tarağını, dünyayı taradığı bir sabana dönüştüren ilk yüz yani ana karakter olarak kendisidir. 

Bugün sokulası bianel mottoları altında oluşturduğumuz hiç-kimselik kültü, içerisinde koskoca bir tabu ve korkunun altında, uzunca bir süre kalmış gölge bedenler haline dönüşmüştür. Bir özne olarak kişi kendine ettiği ihanetin, kendi oluşturduğu hakikatin düşmanı olduğunu fark etmiş ve bu sefer TERSİNE ÖZNE şeklinde kendini seçerek şekillenmeye başlamıştır.

Tutsaklık korkusu özgürleşme umudu kadar aldatıcı görülebilir. Ancak ilkinin aslında ikili bir tersine çevrilmesinden, ihtiyaç duyulası milenarist ruh yeniden doğmuş ve beden en az duyular kadar uyanış projesine dahil edilmiştir.

Sadakate geri dönmek gerekirse, bu bir imgenin çökmesinin ardından, yeknesaklığın en önemli destekleyicisi olan “Devam et” düsturunu sınamaya devam eder.  Yolunu kaybettiğin zaman yada kavram ve ortam bulanıklaştığında bir hatayı adlandırılmış gördüğünde bile devam et. Çünkü biliriz ki; taklitlerin varlığı, krizlerin billurlaşmasında güçlü bir etkendir.

Hakikat süreci bedende içkin bir kopuşa tekabül eder. Kısa  bir gecenin notlarında farkına varılması gereken sonucu ister siyaset ister aşk olarak yorumsayın;

kendimizdeki özne-oluşa ihanet, oluşturduğumuz hakikatin düşmanıdır.

Sonuç olarak unutulmaması gereken; öznenin parçalanması, itaat ölçüsündedir. Robert Creeley’in American Field Service için muhtemelen Hindistan’a giderken not düştüğü gibi:

“Her karmaşıklığı yok et,

İçindeki aklın her burkulması,

Her sıkılan yumruk…”

.............

Yeniden sadakat dedin de, atomik kurama göre erkesini boşaltmaya çabalayan her atom gücünü yaymaya çalışır. Ve fiziksel yasa dediğimiz şeyler iki yada daha çok kuvvet arasında güç ilişkilerini temsil eder. Birleşmeyi kabul etmek, fiziksel yasaları kabul etmek demektir.
 
"Seni sınıflıyorum,
sırf denetleyebilmek için."

11 Temmuz 2014 Cuma

Crescendo'lar


Aşk-ın metafiziğine mutluluğun kökeni bakımından bakıldığında, ortaya bırakılan nomos tortusu sizi ona her baktığınızda geri yansımadığınız kara bir aynanın üzerine düşen ilkel gölgenize benzer.

Zaman, Zenon'a taş çıkartırcasına başa dönmüştür. Islak bir mizah olgusu ile sarmalanmış lahza havuzunda kurtulmuş iç çamaşırlarının gıdıklayıcı naifliği ile sükutu hayale uğramıştır. 

Huzur evi akşamının karanlığı, boşalmaya başlayan gotik katedrallere benzer. Yay hareketini gördükten 1/4 zaman sonra armonik doku, çelik üzerinde bıraktığınız muz ve çikolata parçaları ile aklınızı çelecektir...

Fiziksel Olarak Ne Kadar Büyük?



22 Haziran 2014 Pazar

Yidiş Yankı

 
Bir yandan yapay bir medeniyetin mefhumu insan olanın ölçüsü olarak alınıyor, öte yandan da yaşamın insandışı ve yasaüstü alanında yaşayıp ölen bir "insan olamayan insanlar, hayaletsi insanlar, insan olarak varlığını yitirenler" sahası sürdürülüp korunuyor.
 
Kendi kendine gönderme yapan egemenlik, hukuk için meşrulaştırıcı bir zemin sağlar ama tamda bu nedenle meşruiyetin altında yattığı söylenen hukuk ile aynı şey değildir. Yönetimsellik hukuku taktik olarak görür ve egemenliğin bir anokronizma olarak yeniden kendini gösterdiği saha haline gelir, çünkü egemenliğinde hukuk içinde bir temeli yoktur.

19 Haziran 2014 Perşembe

İnkar etmi-yorum






Neomortlar

 
Kendimize dokunamamanın normatif özlemi bugünlerde maskeli bir siyaset alanına girmiştir.
 
İrade ile bedenimiz arasında nelerin durduğuna dikkat edin. "Seçmedikleriniz!"
 
Gerçekle yüzleşelim artık. Birbirimiz tarafından çözülen cemaatleriz.
 
Ve hala çözülmüyorsak gerçekten bir şeyler eksik demektir.


"Honour killings" in West


5 Mayıs 2014 Pazartesi

Spekülatif İnşanın Gizemi


Tarihte ruhun hegomanyasını kanıtlamanın tüm numaraları..aşağıdaki üç çabayla kısıtlı...kalır.
 
No. 1. Ampirik sebeplere bağlı olarak, ampirik koşullar altında ve ampirik bireyler olarak yönetenlerin fikirlerini gerçekten yönetenlerden ayırmak ve böylelikle tarihte fikirlerin ve ilüzyonların hükümranlığını ayırt etmek;
 
No. 2. Fikirlerin bu hükümranlığına bir düzen getirmek, birbirini izleyen egemen fikirler silsilesi arasında, bunları "kavramın kendi kendisini belirleme edimleri" olarak kabul ederek sağlanacak bir mistik bağı ortaya koymak...
 
No. 3. Bu "kendi kaderini belirleyen kavram"ın mistik görünüşünü kaldırmak, onu bir kişiye - "öz bilince" - dönüştürmek veya daha da maddeci izlenim vermek için...yine tarihin imalatçıları olarak kavranan "düşünürlere", "filozoflara", ideologlara dönüştürmek. (1846a:64)

Ödenmemiş + Emek




21 Nisan 2014 Pazartesi

Folklorik Bir Katkı

 
Bir zamanlar...küçük okuyucularım burada "Bir kral yaşardı," diye bağırabilir. Hayır çocuklar, yanıldınız. Bir zamanlar tahta parçası vardı.
 
Carlo Collodi - Pinokyo'nun Maceraları

14 Nisan 2014 Pazartesi

ASKIYA ALINAN SİMETRİ: Oruç Aruoba’da Bekleme Sancısı*


“İnanmak - izlenimi duyumsamaktır” D.Hume

 I.S. “Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana,
sen onu ne denli bekliyor olsan da.” ~o.a

Duyguda ilerlemenin altın kuralı, ruhunda yarattığın dekoratif bir denge ile aynı onu andıran, onunla bitişik olan ya da onun tarafından üretilene geçmektir. Bekleyerek zamanı çürütmek imgelemin önünde bulunurken, beklemenin ve bekleyenin arasındaki ilişki yoluyla uzam birleşir ve doğal bir biçimde birbirinin içine akar. Beklemek, onun yol açtığı benzer çağrışımları hayatın dışına atmaktır. Keder ve düş kırıklığı içerisinde garip bir paradoks bizi hep yaşamın dışına doğru bir döngüye sokacaktır. İnsan doğası belki tutarsızdır; bunu biliriz ama değişebilirlik ona özseldir. Ne denli ya da ne pahasına beklediğini anlatan aciz düşünceler her karşına çıktığında, beklediğinin ve tutkunun aslında birbiri ile işleyen ve çakışan duygular olduğunu görürsün. Bu iki duygu birleşerek çifte bir dürtü yaratır ki,  diğer yandan beklemenin tutkusu aslında doğal kılınandır.

İnsan sadece Tanrı’nın Eden krallığından kovulmuş değildir. Kendine katlanamadığı ve insana benzemeyen biçimlerden de tecrit edilmiştir. Tıpkı aldırış edilmediğin ve nesnesini kaybetmiş bir korku tarafından tehlikeye atıldığın garip bir şansa tutunman da olduğu gibi.

II.S. “Senin beklemen: bir boşunalık duygusudur yalnızca; gerçekler içinde hayallerin; olup-bitenler içinde olamayacakların düşlenmesi. -boyuna ve boşuna bir düşüş-  oysa o gelişmektedir. Sana doğru. Sen hiç bilmeden - beklerken, bilmeden.” ~o.a

Tutkuyu uyaran neden tutkuya yüklediğiniz kişi yada nesne ile ilişkilidir. Pişmanlıkla dolu bir bekleme, etrafınızı saran tüm hece ve seslerin ayrıntılı nüansnlarını taşır. Emerson bir şiirinde şöyle seslenir: “Erkekler annelerinin yarattığıdır…Herbiri annelerinin döl yatağından çıktığı anda doğuştan gelen yeteneklerin kapısı onlara kapanır.”  İşte boyuna ve boşuna bir düşüşün kapısını çalmaktan usanmayan lanetli bir erkek, kozmik libidoya sahip kadının bilinçdışı tarafından içine alınmıştır. İçine alındığın orgazm, ortaya koyduğun simetri ile yakından ilişkilidir. Yani beklerken simetrin ne kadar keskinse, tikel olarak alacağın haz da o ölçüde güçlüdür.

III.S. “Senin beklediğindir o; ama sen bilmiyorsundur.” ~o.a

Almanya’nın Erfurt şehrinde 1367 yılında ilk günahın yalanlarını çürütmek adına Johann Hartman adında bir adam, genç bir kızın cinsel bir ilişkide bulunduktan sonra bekaretini kaybetmeyeceğini, kaybetse bile ruhu özgür biriyle ilişkiye girdiğinde yeniden kazanacağını söylemişti. Bunun anlamı, kızın onlarca kişi ile ilişkiye girmesinde bile, son girdiği kişinin “özgür ruhlu” olması durumunda bekaretini tekrar kazanacağının garantisiydi.

Burada imgelemin yatkınlıkları ile tutkular arasındaki çelişki kendini gösterir. Arzularımızı küçük ve büyük nesnelere dönüştürdüğümüzde, imgelem küçükten büyüğe geçişte daha kolay evrilir. Ulaştığımız yer ruhumuzu kaybettiğimiz ve sırf bu nedenle onu sonsuz özgür kılacak olan büyük bir tutkunun “son” ilkesine ulaşmaktır. Beklediğin ama farkına bile varmadığın düşlem, ilk ve son arasında kurulan hikayede bir sapma ile karşılaşır. Bu sapma anı, hemen yanıbaşında yer alana kayacaktır. Bitişiğinde ilk yer alan kişi ise zamanı sana göre en çok yavaşlatandır. Çünkü “yavaştır yaşamının anlamı.”

IV.S. “Senin beklemen: hüzünlü ama dingin bir umutsuzluktur, bir an önce bitirip gitme isteği çökmüştür üzerine. …hepsini yarım bırakıp gitmek, bir ayartı kadar keskindir artık.” ~o.a

Yeterince beklemenin yarattığı geçiş, mekanda gerçek ve doğrusal bir harekete yol açmadığı için yarım bırakıp gitmek, kendimiz ve beklediğimiz arasındaki ilişkiye işaret etmez. Yer değiştirmenin ilk biçimi, ona doğru kök saldığımız patetik bir manzaraya geçiştir. Levinas’ı tekrarlarsak “yarım bırakan bir göçmenin bir felsefesi olmamıştır ancak göçebeden daha fazla yerleşmiş kimse de yoktur.”

Her yeni yerleştiğimiz yalnızlık coğrafyası, çekebileceğimiz tüm tutkuları uyarmak için gerekli koşuldur. Kendimizi mekandan koparmamızı sağlayan o ayartı’nın arkasında yürümeye kalktığımızda, yenileme yükümlüğü uzamın parçaları ile birleşir ve her bir parçanın eklenmesi diğerini dışladığı için umutsuzluk, artık bitişik parçaların içerisinden geçebileceğiniz bir kayganlık hissine dönüşür. Geride bıraktığımız mesafenin gelecekte, geçmişte olandan daha büyük etkileri olacaktır.

V.S. “Yaşamanın anlamı bulunmamıştır, bulunamayacaktır. –o, gelmeyecektir- ya; sonuçsuz bir son olarak, ölüm gelebilir…” ~o.a

Anlamı büyük olasılıkla gelecekte var olacağını düşündüğümüz bir başka yapısallığa çevirdiğimiz zaman, düşlem zamanın akışı boyunca ilerler ve mutlak bir zaman noktasında ondan sonrakine geçerek, en doğal göründüğü yerde kalır. Anlamın gizli retoriği hep imgelemden yanadır. Çünkü var-oluşumuzu imgelerimizle geriletmekten çok ilerletmeyi tercih ederiz; aslında zamanın doğal ardışıklığı da bize bunu emreder.

Buna inanmak için yükseklik ve derinliklerin etkisini düşünmemiz gerekir. İki kavram arasında yer alan birkaç santim boyundaki imgeyi, eşit uzaklıkta yer almayan gelecek ve geçmiş şeklinde tasarladığımızda, “geleceği hep daha yakınımıza, geçmişi ise geriye çekeriz”. Bunun nedeni birinin sürekli olarak artıyor, ötekinin ise sürekli olarak azalıyor olmasından kaynaklanır.

İyi olan şey yüksekliğin ölçüsüdür. Yani cennetin yukarıda, cehennemin ise aşağıda olmasını arzularız. Peki ya çok daha yakın olan cehennem, inişin ters yönde olduğu bir düzlemde yer alıyor olsaydı….ne yapardınız?


VI.S. “artık, işte…” ~o.a

*Atkafası Dergi 2.sayıda yayınlanmıştır.
https://twitter.com/atkafasidergi

Olağanüstü Hal




Kaygının seni içten içe kemirdiği zamanlar için basit bir kural mı istiyorsun?
Tereddütle yaklaştığın o cesur eyleme bak; imkansız sandığın, ama tam da bu yüzden gerçek olan o gerçeği ara. Şu edepsizliğe bak. (295)


6 Nisan 2014 Pazar

Apéritif/ive


- Sapıklık ihanet edilen kıtıpiyoz ama sevimli olmasından doğuyor.
- İğrenç mi?
- Hayır, kesinlikle - daha kötü: sıkıcı.

"Hiçbir kuş bir sorular ormanında ötecek kadar yürekli değildir"
R.Char

İşkencenin İstiaresi

 

3 Nisan 2014 Perşembe

Takashi Ito - Dizziness


Bir yere ait olmayı reddediş,
yanlışları düzeltmeye yönelmeyen -
geçmişten kurtulmayı amaçlayan
sürekli bir hareket halidir.

23 Mart 2014 Pazar


“Dünya maddeden değil, örgütlü ruhtan inşa edilmiştir”

William Blake
 
Bugün dünyada alternatif toplumun ne olabileceğine ilişkin hem radikal hem de etkili bir vizyon bulunmamaktadır. Aşağı yukarı tüm avangard manifestolar, tapınılırken, eklemlendirilirken ve yeni bir mekan/dünya için uygun hale getirilirken, sosyalizm veya politikadan ziyade edebiyat ve sanatla daha çok ilgili olmuş ve siyasi bir manifesto yaratmaktan ziyade kendisini en başta ayrıştırarak yitirmiştir. Elimizde kalan “başarısızlığa uğrayan bir tanrı” metaforu ve her şeyin bir “illüzyon” olduğu gerçeği.
 
Bir tek ÜTOPYA ihtiyacı dışında.
 
Bu anlamda zamanın fısıldadığı ütopyaları oluşturmak, sadece insana özgü antropolojik bir şey değil, aynı zamanda felsefi bir ihtiyaç konumunda. Ne var ki bu felsefi ihtiyaç, aynı zamanda sorumluluk metaforuna dönüşmekte.

Ütopyalar bir yandan verilmiş olanın reddedilmesi, mevcut iktidar düzeninden hoşnutsuzluğu içerse de, aynı zamanda insanlığı daha da mutsuz bir geleceğe taşımayacak, tam tersine özgürleştirecek şekilde alternatifler ve itirazlar sunma sorumluluğunu da beraberinde getirmelidir.

Günümüz dünyası büyük ölçüde ütopyalardan ve alternatiflerin manifestolarından yoksun, ancak bunların sebeplerinden arınmış değil. Bugün gerekli ve zorlayıcı olan “bir isyan jesti olarak kaçış hattı ile salt siyasal hat arasındaki” muğlak alanda, birini diğerinin yerine koymaya çalışmaksızın, bu iki nosyonu birlikte düşünmektir.

Yani ihtiyaç, artık bilinçli bir isyan duygusu olsun ya da olmasın, toplumsal yaşamın kanserini, yani bu dünyanın eşit olmamasının altında yatan nedenlere cevap verebilecek bir dünya tasarlamamız gerektiğidir. Uzun vadede daha önemli olan olgu ise direniş’in kendi kimliğini, kendini tanımlama kabiliyetini, yön duygusunu yitirme tehlikesi içerisinde olmasıdır.

Bizim istediğimiz, egemen mekanizmalarda çatlak oluşturmayı hedefleyen bir politika olmalıdır. Bugün böyle bir politikayı [direnişi] sürdürebilmek en azından toplumsal yalıtılmışlık riskini göze almak demektir. Ancak ütopyayı Nowak’ın işaret ettiği “toplumsal olanın toplumsallaştırılması” olarak anlamamız ve kendi kararlarını kendisi veren, tahakkümün olmadığı, akli yeteneğe sahip yaratıklar olarak anarşist bir pedagoji geliştirmenin zamanı gelmiştir. Bugün meydanlar göstermektedir ki, devletin başta okullar olmak üzere rafine etme araçları ellerinden alınıp yerlerine “daha az devlet, daha çok toplum” diyen ve direniş ile iktidarın karşısına, kendini onun aracı haline getirmeyi reddeden yeni bir hareket bırakmıştır. Levinas’ın dediği gibi “başkası için olmak, iyi olmaktır.” Bu toplumsal epifani içerisinde, sokakta/meydanda doldurduğumuz boşluğun anlamı, kendisinden türeyen ve durmak bilmez bir başkaldırının -peygamberce- çığlığıdır.

Hegel bireyin en dolu varoluşunun toplumsal yaşamında tamamlandığını anlatmıştı. Kierkegaard’a göre ise birey bilen değil ama yalnızca törel olarak varolan öznelliktir. Onun için önemli olan sorun, kendi törel varoluşudur. Gerçeklik bilgide yatmaz, çünkü duyu algısı ve tarihsel bilgi salt birer yanılsamadır; ve arı düşünce bir “imge” den  başka bir şey değildir.

Bu anlamda artık edindiğimiz bilginin açmış olduğu o dehliz bizi, sadece olanaklı olana götürürken, “gerçeklik sadece eylemde yatar ve yalnızca eylem yolu ile aşılabilir.”

Başkaldırı ve eylemlerimiz, boğucu gerçekliği aşmak için yaptığımız umutsuz girişimler ve bunlardan sonuçlanan sapmalar şeklinde ortaya çıkacaktır. Bütün bunları aşma yöntemi ise aslında ütopyayı korumak anlamına gelir.
 
Direnmek, belki gerçekliğe sırtını dönmektir.  Ancak hem gerçekliği kuran değerleri yok etmek, hem de onun sınırlarını kabul etmek mümkün değildir. Michelangelo’nun bir taş parçasının içinden, Davut’un ruhunu çıkarma aşamasında, delikli-kullanılamaz bir mermer üzerinde çalışmak zorunda kaldığı anlatılır. Bu sınırlılıkları hesaba katan bir şekil yaratabilmiş olması, onun yeteneklerinin kanıtıdır. Dönüştürmeyi istediğimiz dünya üzerinde tarih daha önce çalışılmıştır ve içi büyük ölçüde boştur. Ancak yine de onu değiştirip yeni bir dünya inşa edecek kadar yaratıcı olmamız gerekiyor.

Yeni direniş girişiminin anlamı, işleyeceğimiz günahın bir düşmandan çok, bizi desteklemeye yardımcı olacak, hem kültürel hem de sosyal bir huzursuzluk odağı olarak, pratikte reddediş düşüncesini içermelidir. Bu, gören gözlerim, duyan kulakların, dokunan ellerin somut başkaldırısının umudu olabilecek, sosyal girişimin ve sabırsız anarşizmin, fanteziyi nihai olarak ele geçirmesi anlamına gelen bir -reddedişi- içermelidir.

Direniş, insan bedeni ve ruhuna “toplumsal entegrasyon ve röprodüksiyon” gibi bütün diğer yönlerden çok daha fazla uygundur. 

Ancak en büyük hata, şizoid dünyanın dile gelen minik spartaküs kahramanları gibi, meydanda “Spartaküs benim” şarkısı ile kendi profan isimlerini yaratma çabası içerisine girmektir. Bu içi boşaltılmış ideoloji çabası, salt oportünizmin tutkusudur. Sonuçta yakılması gereken söndürülemeyen bir ateş olması gerektiğidir.

Sonuç olarak devrimlerin günün sonunda neye döndüğü ile halkların devrimci oluşları hep birbirine karıştırılır. Bunlar iki farklı insan kümesiyle ilişkilidir. Ancak bugün, direnişle başlayarak yeraltından gelen sesin anlamı, artık hiçbir şeyin saf olmadığı; verilmesi gereken tepkinin semptomatik ve yorum ihtiyacı içerisinde olduğunu kavramada saklıdır.

Camus, Başkaldıran İnsan’da tanrının sorumluluğunu yok sayarken, cerrahlar ile peygamberlerin ortak bir yanından bahseder. Her ikisi de ameliyat yapar ve her ikisi de geleceğin koşullarını düşler.  Bugün, artık daha fazla eyleyemediğimiz mevcut sistem, aynı Nietzche’nin tanrısı gibi zamanın ruhunda ölü bulunmuştur. Şizoid sistemin askerleri -neyin ak, neyin kara- olduğunu söylenememiş, ışık sönmüş ve özgürlük artık gönüllü bir tutsaklık olmuştur.

Kaynakça
  • Marcuse, Herbert – Us&Devrim Çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi, 2000
  • Diken, Bülent – İsyan, Devrim, Eleştiri: Toplum Paradoksu Metis Yayınları, 2012
  • Puchner, Martin – Marx ve Avangart Manifestolar: Devrimin Şiiri Çev. Çağrı B. Kasap Altıkırkbeş Yayın, 2012
  • Bookchin, Murray – Toplumu Yeniden Kurmak Çev:Kaya Şahin Metis Yayınları, 1999
  • Halliday, Fred – 2000’lerde Dünya Yayına Hazırlayan: Müsemme Sabancıoğlu İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002
  • Levinas, Emmanuel – Sonsuza Tanıklık Yayına Hazırlayan: Zeynep Direk, Erdem Gökyaran Metis Yayınları, 2003 
 
*Bu yazım NULL - Direnmenin Otopsisi Dergisinde, Gonzo Corpus&Çağrılmayan Cemaat Özel Projesinde yayınlanmıştır.

http://kultnesriyat.wordpress.com/

Değiş - Tokuşun Keyfi İşaretleri



14 Mart 2014 Cuma

Patolojik Fenomen: Bisiklet İktidar!

 
Anthony Burgess, bir arkadaşının “bacaklardan ibaret, göğüssüz ideal bir mankenle” olan randevusundan bahsederken,
 
“bir bisikletle yatağa girmekten farksızdı.” der.
 
YAŞAMIN ve İKTİDARIN -ruhsuz ve psikolojik- bir yoksunluk içerisinde bilinçlere zorla uygulattığı
 
"kimyevi" hatta "cerrahi" manüpülasyonlar,
 
her gün biraz daha mide bulandırıcı bir girdabın içerisine bizi çekmektedir.
 
Sonuç; aynı ölüye benzeyen, BUZ GİBİ ve SAHTE görünen "bir bisikletle yatağa girmenin" hazzına dönmüştür. Bu sefer sadece "geçmiş olsun" demeden önce,
 
"Merhametsiz ışık altında sağlıklı dişlerinizi gösterin."
 
Çünkü hastalığın düğüm noktası, dünyanın ve bu dünyanın yapaylığının birbiriyle çatışan birliğinde bulunur.