30 Aralık 2013 Pazartesi

Homojen Bir Kitle: Yılbaşı !

 
Takvimler yinelemenin kutlanmasıdır. Yani kutlamanın etkisi takvime uyularak yinelemeler aracılığı ile olanaklı kılınır.
 
Yılbaşı ayini, zamanın yapısını ancak ona indirgenemeyen -içinde kutsal olmayan!- ve zamanın içerisine soktuğumuz boktan bir yapı yaratmanın yöntemidir.

Performatif yıl başı ayini, kendi mezarını kazan ve kucakladığı geyikleri bozanındır.
 
İşte tam bu noktada eski yılda anımsanan nedir? Bir çocuğun aniden gözüne kestirdiği şeyleri kırıp dökmesi ve yenilerine yönelmesi mi? Eğer bu ise kaynağı yokluktur. Yani yeni yıl eksikliktir.

Bu yokluk içerisinde değişebilme hayali, arzunun hem düşmanı hem de ortamıdır. Her yeni yıl çoğu dinde görüldüğü gibi evrenin oluşumu ile ilgili mithosa göndermede bulunur. Tıpkı avm'nin içerisinde alınacak son sikik hediyeye ulaşma ayininde olduğu gibi. Ya da ölülerin geri dönüşü ve Saturnalia şenliği ile kaostan mutlak kosmasa geçişin, çizgisel bölünemez bir parçasında karşılaştığım gibi.

"İmkansız" onu kılanın ta kendisidir beyler.

Bunu istemenin özel bir nedeni yok
ama yeni-yılı yıkın !

Çünkü yıkmanın nihai amacı, insana bir kimlik vermenin en etkili yöntemidir.  
 
 

 

18 Aralık 2013 Çarşamba

At Kafası Dergi Yayında !




           1968 yılının sonlarında California’daki bir otelin mutfak katında sona eren umut, John Updike’nin deyimiyle Tanrının inayetinin belki tüm dünya üzerinden çekilmesi ile gerçekleşti. Elimizde sadece toz haline gelen bir insanlık ve onun spiritüalize edilmiş normları kaldı. İşte tam bu noktada, "belediyenin yeniden döşemeye başladığı kaldırım taşlarının altında göremediğimiz o sahil, malum tozun uyku hapına dönüşmüş attarax halidir."
 
          Kentin her köşesinde uygulanan ilahi şiddet, egemen şiddettin sonsuz kartezyen açılımıdır.  Yasa ile yasadışı, dışarı ile içeri ve şiddet ile hukuk arasında bir belirsizlik mıntıkası yaratılmıştır. Aynı metropoller yaratmak için “kırı” eş zamanlı olarak öldürdüğümüz kentler ve bu kentlere inşa etmek zorunda kaldığımız “ahırlar” gibi. Her gün içinden geçmek zorunda olduğumuz koskoca bir sokağı camla kaplamaya çalışmak, “tımar olduğumuz ahırları”, günümüz mimarisine gereksiz yere kazandırma çabasıdır. Yok-sayıcılık hastalığımız bir yana, derinden ve sessizce işleyen sinizm, günümüz koşulları ile mükemmel bir uyum halinde gelişmeye devam edecek gibi...
 
Sokak Bedenin Ahırıdır - @atkafası dergi sayı1
 
Dergi satış yerleri şimdilik
Aziz Kedi Kitapevi
6:45 Dükkan Moda
Mephisto Kadıköy
Mephisto Beyoğlu
Taksim Semerkand Kitapevi
Taksim Büyükparmakkapı
Sokak Ana Kitapevi
Bursa Ezgi Kitapevi
 
ve unutulmaması gereken; "Elinize geçen bir fanzin, yaratıcısının kabuk bağlamış yarası olabilir. Kanayıp kanamadığını görmek için kaşıyabilirsiniz, kanar kendi kendine. Ama asla kabuğu düşüremezsiniz. Fanzin ‘an’ı çalmak için tekrar eder çünkü ‘kan’da ‘an’ gizlidir ve bu bir ‘ritim’dir. Fanzinin ritmi."
 

17 Aralık 2013 Salı

I. Duyum





 From the series Studio by Stephane Fugier

 
Duyumdan önce akıl, içinde hakikati barındırarak, ama bunu bilmeden, bunu aydınlığa çıkarma arzusu duymadan uyuyormuş gibi duruyordu. Dışsal dünya duyum yoluyla ona göre hareket eder, onu kışkırtır, hoşnut eder ya da acı çektirir, sonunda hareketsizliğini de, uykusunu da son verir. Böylece görür, anlar, duyumsar, bilir. 
 
DUYUMU BASTIRIRSAN, BİLGİYİ DE BASTIRIRSIN.
[CFP/1: s.14]

4 Aralık 2013 Çarşamba

The Way to Shadow Garden: Stan Brakhage

 
Mekandaki küçük parçacıkların birleşmesi ile tümünü birbirine bağlayan bir anlam metaforu oluşur. Gilles Deleuze'yi hatırlarsak mekandaki parçaların birleşmesi ancak bir -el yardımıyla yapılabilir.
 
Tam bu noktada Stan Brakhage'ın The Way to Shadow Garden'da elinde tuttuğu saati bize gösterip, yarattığı işkencenin ortasında yalnız başımıza bırakması,  ancak yaratıcı bir zevke ihtiyaç duyma ile açıklanabilir. 

 

"işkence çift kişilik bir oyundur aslında ve unutulmaması gereken: bir yaratıcı mutlaka ihtiyaç duyduğu şeyi yaratandır "

 
 

18 Kasım 2013 Pazartesi

Arzunun On Emri

 
Çıplak bir vücudun üzerine savrulmuş bir kumaş parçası teni nasıl büyülü kılarsa,
barikatlar ve başıboş savrulmalar da sokakları o denli büyülü kılıyor vahşi gözümde.
 
….
 
 
Romantik peygamberini görüyorum alacakaranlığın,
Biz cazibe çağının altın kutbunda
Mantralar uluyan ihtiyarı.
“Kan’a diyor, çünkü dönüş yolunu yitirdiğinde kutsaldır ve sonsuz görünür akış.”
Tanrıların huzursuzluğunu hissediyorum öfke nöbeti içinde.
Mistik kerhanelerde ucube kehanetlerle katlediyor dindar adam
Ceviz yapraklarının hoş kokulu bekaretini.
Işıksız saksılarda imansızım şimdi, baş meleği olmaya çabalıyorum şiirin ve hırkamı satmaya
hiç niyetim yok çöl insanına
gözyaşlarını serbest bırak, boşalıyorum.*
 
 
Batur Münevver
*Arzunun On Emri şiirinden
 
  
Batur Münevver güfteleri, içerisinden kayıp, soğuk ve tekinsiz bir mevsime ulaşmanın anahtarıdır. Kaygı duymayın artık.
 
KÜLT NEŞRİYAT sitesinden "Bağışlanmış Biri" kitabını ücretsiz olarak indirebilirsiniz.

http://kultnesriyat.wordpress.com/elektro-kultur/panfle-kitaplar/bagislanmis-biri-batur-munevver/

15 Kasım 2013 Cuma

Necrosis

 
Yutmak__
yavaş yavaş ve mutlak suretle gelen,
içkin bir__
doluluktur.
 
demiştim ya,
 
"ışık saçan yalnızlık,
 
üstesinden gelinmesi gereken,
ağırbaşlı bir ruh hali."
 
kabul edilmek ise,
yutulma ile kurulan__
en derin bağdır.
 
belki __gurur dolu değil__
içeride işlenen cinayet nedeniyle
 
"içi kan dolmuş bir kalp"
olarak okumak lazım_
  
...gizli duyguları taşıyan.

28 Ekim 2013 Pazartesi

@AtKafasıDergi Yayına Hazırlanıyor

 

Özümüzde fantastik insanlar olduğumuzu düşünüyoruz ve o kadar da fantastik değiliz bunu biliyoruz.

Herkes kadar normal, sıradan ve olağanız yani sizden biriyiz, övünün büyükler, sevinin piçler.

http://atkafasi.blogspot.com/

https://twitter.com/atkafasidergi

3 Ekim 2013 Perşembe

Panoptik Bakış

 
 



 
 
Şimdi bir tarafına yansı dediğin
çizginin öbür yarısını al.
 
Orada canlı varlıklar, bitkiler ve
insanın yaptığı bütün nesneler bulunsun.
 
Kavranan dünyanın çizgisini
nasıl keseceğiz, onu düşün.
 

10 Eylül 2013 Salı

Yarı Yolda Bulantı


Yabancılaşma bütün psikiyatrik durumların özüdür.
Yabancılaşan insan’ın portresi, kendini “Cogito” ile sınırlayan kartezyenci gelenekten alır.
Bütün yabancılaşma biçimleri bir bastırmanın sonucudur. 

Karşı tarafı bastırmayı -seçen kişi- onu ancak MİSTİFİYE ederek aldatır.
Aldatılmak derken: Bastırılan öyle mistifiye edilir ki, bastırılmış olmadığına ya da bastırılması için haklı nedenler olduğuna inanır.

Soyut devamlılığın koşulu: doğduğumuz günün sonsuz döngüsüdür.
“SUM”un içerdiği şey, YOK oluşumuz ve geleceğe yönelik olamayacağımızın vurgusudur artık.
Bu anlamda [VAR]olmuyoruz, [VAR]olduğumuz için olmanın taklidi yapıyoruz.
Hatamızın kabulü, daima cogito’ya önceldi ya. İşte bu frijit olduğunuzun da kanıtıdır.
İnsan çoğu kez ne uğruna çabaladığını bilmeden kendini aşar.
Hatta hiçbir zaman yokluk...bilinci öncelemez.
[VAR]olmaktan vazgeçip özgürleşmeyi denemek, akla gelen ilk: bilinçli temas kurma biçimidir.
Yavaştan da olsa farkına varma, baskı ile öfke arasındaki farka tekabül eder.
Kendine yabancılaşma ise baskı ve aldatmanın toplamıdır.
[YOK]olmaya temas etmek için izin almayı seçmeyin!
Çünkü her şeye ÖFKE duymak nörotik bir tepki değil, ilk sağlıklı adımdır!

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Acı Veren Tedirginlik - [Ölmüş Gibi] İntihar!


İntihar öncesi…Belle Epoque (Güzel Çağ) olarak tanımlanan zaman sona ermiştir.

Zamana ket vurursak, her geçiş dönemi, bütünleşme açısından eksiklikleri ve toplumsal denetleme anlamında zayıflıkları barındırır.

Artık sosyalleşme treni kaçmıştır.

Bireysel ve toplumsal arasındaki denge bozulmuştur.

Yok olma – kendini yok etme - ideali, gecenin çökmesi yerine “kalkmasını” bekler. Sahnede oynanmak üzere yazılmış bir hayat biçimidir intihar.

Durkheim sosyalleşmenin sınırlarını çizerken sadece “içgüdünün otoritesi” olarak değil, sosyalleştirici pratiklerin etkisi olarak da intihar için dört sistematik ortaya koyar.

Egoist İntihar

Toplumsal bağların zayıflaması sonucu ortaya çıkar. Toplumda bireysel egonun, toplumsal egonun karşısında ve onun aleyhinde kendini aşırı bir şekilde ortaya koyduğu durumdur. Ölçüsüz bireyleşme halidir. Öz merkezli, egosantrik veya benlikçi intihar olarak açıklamak gerekir.

Bireyler vesayetten kurtulup, toplumun meşruiyetini reddettiklerinde “ölüm vasıtasıyla üzerilerindeki sorumluluktan sıyrılmaları” sağlanacak ve dolayısıyla toplumun itiraz edecek otoritesi de kalmayacaktır. Psikolojik anlamda kırılganlığı artan insanın umudunu kaybediştir.

“Neden ölmeli ?
Hiç böylesine diri, böylesine genç olmadım hayatımda.
Çivi çiviyi söker. Ama bir çarmıh yapılır dört çividen” [cp]

Buna uygun en boktan yöntem, AŞIRI DOZDA İLAÇ almaktır. Felç kalmak istemiyorsanız uygun dozda almayı ihmal etmeyiniz.        

Alturist İntihar

“Kişiliksizliğe neden olan” koşullarda yani bireyin -grubun içerisinde yok olduğu- durumlarda karşımıza çıkar. Özellikle arkaik toplumlarda gözlenir. 

Yaşadığınız toplumdur sizi "yani kendi kendinizi" yok etmek için ezen.

Buna uygun en boktan yöntem, kendinizi ASMAKTIR. Boyun kırılması ile sonuçlanır, omuriliğiniz zedelenecek ve ani ölüm gerçekleşecektir. En iyi ikinci yöntem kendinizi SİLAHLA VURMAKTIR. Boğazdan vurmak dönüşü olmayan tek yöntemdir.

Anomik İntihar

Toplumsal dengenin ihtiyaç duyduğu moderatör rolünü üstlenmediğinde, bireysel istek ve tutkuların önünde hiçbir engel kalmaz. Tutkuların disipline alınamadığı anlarda "anomi" doğar.

Kronik bir şekilde gözlemlenir.Özellikle modern çağda her yeni gün ilişkiler endüstriyel bir anlam kazanmaya başlamıştır.”Anomi sizin belirleyemediğiniz kaderin sillesidir.”

Buna uygun en boktan yöntem, ENJEKSİYONDUR. Öncelikle, korku ile düzülmemiş birey gerektirir. Beden ısınız aniden tehlikeli boyutlara ulaşır. Rush ve flash evresi hızlı sonuçlanmış ve kendinizi kısa yoldan bir sanat dersinde Road Runner isimli bir şiiri okurken bulursunuz.

Fatalist İntihar

Yaşama arzusu yerine karanlık madde yani “yok madde” konulmuştur. Fatalist intihar bir kendini fazla düzenleme halidir.Geleceği duvarlar arasında acımasızca kıstırılmış, tutkuları ezici bir disiplin altında şiddetle bastırılmış bireyin intiharıdır.

Buna uygun en boktan yöntem ise BOĞAZINIZI yada BİLEKLERİNİZİ KESMEKTİR.

Tendonları kesmek, bağlı oldukları kası kesmek 
ve en az onun kadar kasıldığınızda solmuş 
ve tanıdık çiçekleriyle saydam bir gecenin ayrıksı, 
loş karanlığına son vermek anlamına gelir. 

Öğretinin dediği gibi "yıldızlar artık gaz, insan ise bir alabalıktır."
Şimdi em’ – kendi kanını.


19 Ağustos 2013 Pazartesi

Andy Warhol - Kiss


"Senaryolar beni sıkıyor. Bir sonraki an ne olacağını bilmemek daha heyecanlı. Olay örgüsünün önemli olduğuna inanmıyorum. Olay örgüsü olan bir filmi kim izler! Sonu belli zaten. Öylesine konuşan insanları izlemek ve filme çekmek daha eğlenceli..."


"Bana hayatını anlat, ama lafın bir yerinde pantolonunu indirmeyi sakın unutma!"

13 Ağustos 2013 Salı

LCO Prelüd No: 2


Önüme çıkan benim tek muhatabım olsaydı, yalnızca yükümlülüklerim olurdu!

                Sol el akoruyla başlayan “seriş” bölümünde fa anahtarındaki akorların üst sesinden sağ elde ortaya çıkan, çıkıcı bir gam parçacığı ve onu tanımlayan, sağ elde bir gam parçacığı. Sonat’ın ana temasını oluşturan motifler. Yeni bir ezgi dili ve sana saygı duyuyorum artık.

Lütuf, kendini en iyi yatakta gösterir.
                Yalnız “özlemi bilen” dizesiyle başlayabilir misin sonata?
İnsan, kendisinden kaçan her şeyde izini bırakır.
                Demiştin. Ezgi hep dalgalar halinde hareket ediyor. Olmadığın mekanlarda.
Özlem, nesnesini yaratan parçadan meydana gelme eğilimindedir.
                Peki ya ince dengede bıraktığın o boş uzam olarak kokun. Ona ne demeli? Özlem senin nesnendir.
Şans ile veda aynı kökene sahiptir.
                Lanet olsun bu yoğunluk bir an gevşemez.Yalnız o da değil yıllar geçse op.17 insanı olumsuzluğun ve  olumluluğun arasında bocalamakta ve sonuçta hüzünle bitmektedir.
Ten, lirik bir madde olmaya yaklaştığı ölçüde, cevherleşir.
                Seni imleyen en büyük resitatif  bir oktav çizgisi edasında üzerinden atlayıp solan.
Çirkin olanı, "ilk kez görmek" diye bir şey yoktur.
“mi-fa” “si-do” “mi-si” “fa-diyez-do” “si-fa”
Giysilere çarpan ağustos rüzgarı.
                Yıldızsız bir gece, “tutanaksız tonalite” sin.
Melankoli, inceltilir ve bir bakış açısı haline gelir.
                Ziyafet salonunun terasında peygamberi dudaklarından öpmek. İnce bir bakış açısı mı istiyordun? Buyrun!
Gündelik hayat, varolduğu günden beri en kısa intahar biçimidir.
                Dışsal ölümün artık hiç bir önemi yok, yakında gidiyorum. Gelir misin?
Rastgele biri için dönüş fikri etkisizdir.
                Biliyorum. Tek başıma gerçekleştiremiyorum. Bu müzikte/aşkta herşey taşkınlık ve tutkuyla biçimlendi.
En iyi seks, sınırsız alayla uyum içinde olandır.
                Romantik çağlarda olduğu gibi. Varlığın ne kadar derinlerine inmemi istersin? Dehşet verici bir zafer şarkısı geliyor, duymuyor musun? Geçici bir yenilgi, gömüldüğüm....
Yalnızlığın, bir refleks olması gerekir.
Kurban benim. Etkisiz.
Yok etmek, bozmak değildir!
                Aldatmandansa, kırılmayı denedim. Kurban yerine gerçek olmamayı.
Ruhsal sorunların taşeronluğuna "beden" denir.
                Sıradan, kırık.
Vazgeçmenin estetiği, razı olmaya boyun eğmektir.
İşte müziğimize anlamın girdiği nokta.
Aşk, dolambaçları izlenerek tasfiye edilir.
                Iç dürtünün salt gereksiniminden kaynaklanır. Olağanüstü bir tasfiye.
Tüm kadınlar başkalarına ait. Onlara sahip olamamanın hüznü hariç.
                Bekleyiş ve Mutlu el monadlarını ele alalım.
Eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir.
                Başroldaki sen.
Gece, renkle hesaplaşmanın farklı bir baş kaldırısıdır!
                Op.27 piyano çeşitlemelerini aldığın gün.
Dogmanın kitabı olaydın, seni de uydururdum.
                Ancak tipik bir törenin tipik klişelerini kullandım. Uydurdum.
Olmayı unutturduğundan, silinmeye razıyım!
                Heryerde var olan olarak silinmeye razıyım.
Bilgi daha fazla esrimeyi mi gerektirir?
                Varolduğunu bilmediğim sürece ne dersin.
Aşk ilanı olarak adam öldürme en tanıdık silahtır.
                Formül hiç değişmeden tekrarlanır.
Susmak, edime katılmaktır....
                Allegro non troppo energico. yavaştan kabul edilen imge: seni motiften türettim.
Herkes acısı kadar yaşar...
Yaşamak için bırakılmış bir yön, baktım, yoktu...karda ayak izleri prelüdü.
 
 

1 Ağustos 2013 Perşembe

Coincidentia Opsitorum


"Gerçeküstücülüğün rüyalardan kopya ettiği ince ayrıntılar ve keyfi ilintiler, hem insanların iki ayrı düzlemde, iki ayrı alanda yaşadıklarını, hem de bu varoluş bölgelerinin birbirlerine tabi ya da zıt olamayacak kadar derinleşmesine nüfuz ettiklerini ortaya koyuyor. Hayatın ikiliği yeni keşfedilmiş bir şey değil, coinciden-tia opsitorum fikrine de aşinayız, ama varoluşun çifte anlamı ve hilekarlığı, gerçekliğin her köşesinde insan kavrayışını bekleyen o büyüleyici tuzak, şimdiki kadar yoğun hissedilmemişti hiç" [A.Hauser]

Man Ray. Le Retour A La Raison (The Return to Reason), 1923

Yeni normlar, yeni hazımsızlıklar yaratır. 
- düzen, düzensizlik 
- doğrulama, yadsıma 
- yüce parıltı, kısık bir sestir. 

30 Temmuz 2013 Salı

NULL: DİRENMENİN OTOPSİSİ


Null yeni sayısı ile anaakım medya tarafından artık içi fazlasıyla boşaltılmış olan direniş kavramına alternatif bir bakış getiriyor.
"Uyanış olmadan bilgiyi, onun icadı olmadan hakikati anlatmaya çalışıyor."
Muhtemel ilerleyen günlerde pek çok alt metin ile kendini çoğaltmasını beklediğim pdf formatındaki dergiyi ücretsiz olarak aşağıdaki "KÜLT NEŞRİYAT" linkinden edinebilirsiniz.

http://kultnesriyat.wordpress.com/null/

Dergi Yazar Künyesi:

Nurşen Bakır, Carol Hanisch, Nil Göksel, Özgür Uçkan, Ulvi Yaman, Altuğ Işıgan, Tansu Açık, Şenol Erdoğan, Barış Yarsel, Gügenç Korkmazel, Nikolaos Stelya, Hüseyin Özinal, Deniz Cansever, Emre Karacaoğlu, Jeremy Utku Rıfat, Güneş Aras, İbrahim “Jeusalem” Beyazoğlu, Nazar Erişkin, Kamil Savaş, Halil Duranay…

İçinden:

-İnsan direndikçe uğruna başkaldırdığı değerleri daha da tanımlamaya ve tanımladıkça kendi ezilme tarihi içinde derinleştirmeye başlar.
 
-Direnmekle frenkçede aynı kelimeyle dile getirilen direnci, sonra protestoyu da ayırtetmeli.
 
-Dünyanın ölümlü oluşu insanı isyan ettirir kuşkusuz, ne ki bu ölüm görece adil ve evrenseldir. Kültürün neden olduğu ölüm ise öyle değil: olmayabilecekken bilerek ve istenerek öldürülür, ölüme terk edilir kişi. Kişinin ölümüne yol açan nedenler de özeldir, yani kültüreldir, tarihseldir, o dönemin iktidarının keyfine bağlı gerçekleşir.
 
-Her zaman iki biçimde direnilir: Varoluş koşullarının önüne dikilen engelleri ortadan kaldırmak ya da varoluş koşullarını sürdürmek için. Üstün körü bakınca aynı şey gibi bile görünebilirler. Oysa birbirini yiyen iki güç olarak, direnişte birbirine direnen iki karşıt şey olarak ortaya çıkarlar.
 
-Çünkü isyan, bildiğimiz gibi, “göt ister”.
 
-Direnmek ya da diğer eylemsel sapmalar, vajinal kıbleden bulaşan, önceden de belirttiğimiz üzere, kesinlikle memeli ilkelinin çıkış pratiklerinde yatan bir faaliyet bütünüdür. Ontolojik kaygıların temellendirmesiyle birlikte, ideolojinin praksisleriyle özdeşleştirilen bir tutum takip edilmiştir ancak bunun diğer sosyal anksiyetelerden bir farkı yoktur, tarihsel kırılma noktaları da buna örnek teşkil etmektedirler.
 
-Direnmek yaratmaktır. Çünkü direnmeden insan olamazsınız, insanın ayırt edici yeteneği ise yaratmaktır. Direniş ideolojik değil varoluşsaldır. Çünkü yaratıcıdır… Deleuze “direnmek yaratmaktır” derken, sadece Gezi’ye de slogan olmuş şu veciz sözü kast etmiyordu: “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur”. Kastettiği aynı zamanda şuydu: direnişin politikası aslında şimdiki zamanın politikasıdır. Çünkü yeni yaşam tarzlarını yaratmak şimdiki zamanı dönüştürmekle, şimdiki zamana direnmekle mümkündür.
 
-Şimdilerde bir toplum fikri veya modelini bile imgemizde canlandırmayı denemek de anal bir sızı. Sırf içerik yerine geçeceğini düşündüğümüz  eklentilerle etik yönden acil soru(n)ları tavsatmakla yetiniyoruz. Hepimiz çıkmazdayız ve bıçak sırtında yaşamaya devam ediyoruz.
 
-Aynı şekilde devletin iktidarını sınırlama iddiasındaki sivil toplum kuruluşlarının her biri devasa bürokratik aygıtlara dönüşerek devletin rolüne talip olurlar. İktidar karşıtlığından iktidar sahibi olmaya giden büyüme denilen bu süreç, hiçbir zaman iktidarın kendisini sorgulamaz.
 
-Direnmek, belki gerçekliğe sırtını dönmektir.  Ancak hem gerçekliği kuran değerleri yok etmek, hem de onun sınırlarını kabul etmek mümkün değildir. Michelangelo’nun bir taş parçasının içinden, Davut’un ruhunu çıkarma aşamasında, delikli-kullanılamaz bir mermer üzerinde çalışmak zorunda kaldığı anlatılır. Bu sınırlılıkları hesaba katan bir şekil yaratabilmiş olması, onun yeteneklerinin kanıtıdır. Dönüştürmeyi istediğimiz dünya üzerinde tarih daha önce çalışılmıştır ve içi büyük ölçüde boştur. Ancak yine de onu değiştirip yeni bir dünya inşa edecek kadar yaratıcı olmamız gerekiyor.
 
-Tanıklık etmeye zorlandığımız cinayet, bütünün bütünlüğünün asla olmadığını kavraması ve her an içinde kendisini gösterebilecek bir kopuşun ya da ayrılmanın kaygılı tahammülsüzlüğüdür. Bütünün içinde gerçekleşecek herhangi bir kopuşu ya da ayrılmayı tasfiye etmeye girişmesiyle karşı karşıyayız. Bu tasfiye girişimi, zamanı gelmediği halde, kendi içinde kendisiyle nefes alıp veren bir diriliği öldürme gayretiyle girişilmiş yarım yamalak bir intihar denemesidir. Kendi kendini iğdiş etmeye yeltenme ve sonrası yüzleşeceği amorfluğa dayanamayacak olmasının ağır bilançosu.

Pornografide Sınıfsız Toplum İdeali


“Pornografide sınıfsız toplum ütopyası, sınıfları ve onların cinsel eylem içindeki biçim değiştirmelerini (transfigürasyon) birbirinden ayıran özelliklerin, karikatürleştirmesiyle sunulur. İnsan başka hiçbir yerde, karnavallardaki maskeli geçitlerde bile, tamda durum onları en aykırı yollarla hem ihlal ettiği hem de feshettiği anda, elbiselere kazınmış sınıfsal işaretlere yönelik böylesi bir ısrar bulunmaz.
 
Antik dünyada buna benzer yegane şey, gerileme dönemindeki klasik sanat için bitmek tükenmez bir esin kaynağı olan, insanlarla tanrılar arasındaki aşk ilişkilerinin temsilidir. Bir tanrıyla cinsel bir birliktelik yaşayan şaşkın ve mutlu ölümlü, kendisini tanrısal olanlardan ayıran sonsuz mesafeyi bir anda hükümsüz kılar; buna karşılık, tanrının başkalaşıp bir hayvana dönüşmesiyle aynı mesafe -bu kez tersinden- yeniden oluşur.” [Giorgio Agamben]
 
Oynamak haz duymaktır.
 
Baştan çıkaran cinsel persona, kendi sınıfsız toplumunu yaratırken bir prizma etkisi oluşturur. Kendini çoğaltarak aynanın tekil evresine karşı iç içe geçen bir ordu yaratır ve onun yokluğu ile izleyeni bozguna uğratır. Oyunu gizlice sürdürmeyi düşleyen toplum, artık arzunun kendi hedefi olmuştur.
Sınıfsız toplumu sürdürme çabasını güden striptiz sahnesini düşünün. Gösterilen mutluluk her zaman için bir anekdot, yakalanan bir hikaye, bir andır. Hiçbir zaman doğal bir hikaye, sahiplenmeye yönelik bir irade değil, sadece elbiseleri ortadan kaldırmaya yönelik ve iktidara gölge düşürme gücünün tek efendisi olmuştur.
Agamben şu soruyu sorar: “Pornografik filmlerde izlediğimiz karakterler bizim hayatlarımızı seyretseler ne söylerlerdi?” Cevap sorunun içindedir. Asıl önemli olan, düşlerimizi yaşamayı öğrenmekten ziyade, onların bizim hayatlarımızı okumayı öğrenmesidir.
Son söz filmden bir kareye aittir: kamerayı delip geçen ve gözlerinizin en derinlerine bakan suje,  ahlaksız lütfün geldiği anlamsız ve yapay bir an yaratır.
İşte o an, bütün düşler kendine bir kurban seçme ve her şeyi göze alıp saf tutku olarak belirmeye başlar. Arada sınıf kavramı erimiştir ve gözlerinizin açtığı yapay çukurlardan gösterilen objeye yöneldiğiniz o anda, şair bir yerlerden kulaklarınıza fısıldar:
“Bu an karşılığını bulmuş arzunun yüze çizdiği hatlardır / Ancak bir fahişede karşılığı bulunan.”