27 Ekim 2012 Cumartesi

Kurban Çukuru


“Kendinizi bize tümüyle açmalısınız.”

Gerçek anlamda histeri yok artık, projektif paranoya yok. Yalnızca şizofrene özgü bir dehşet durumu var: Kurban!! Her şeye çok fazla yakınlık; hiçbir direniş olmadan, hiçbir kişisel koruma halesi olmadan, artık onu koruyacak kendi bedeni bile olmadan temas eden, kuşatan ve nüfuz eden her şeyle kirli, gelişigüzel ilişki…Şizofren her sahneden yoksun, kendisine rağmen her şeye açık, olabilecek en büyük kafa karışıklığı içinde.

Şenliğin hazzını arayan şizofren ruhlarımız için kurban etmenin ilkesi öldürmedir ve bu asla unutulmamalıdır. Kurban etme bir nesnenin gerçek bağlarını yok eder. Kurban edici ise şeyler dünyasından kopmak için kurban etmeye gereksinimi vardır. Kurban etmenin şizofrenik (çocuksu) bilinçaltı o kadar uzağa gider ki ölüme götürme burada sefil bir biçimde bir şey konumuna indirgenmiş olan hayvana yapılan hareketin bir onarılması olarak ortaya çıkar.

Bataille’ın açtığı kurban çukurunun içine kafamızı sokabilirsek göreceğimiz şey; "tüketmenin üstünlüğünün hiçbir başka gücün üstünlüğüne karşı koyamaz" ilkesi olacaktır. Konu şenlik olunca ise ortaya bayram türküleri çıkar.

Afiyet olsun.

The Black Heart Procession - Last Chance 
Misophone-Lost March For The Dead

23 Ekim 2012 Salı

Kırık Camda Aşk!



Biçime tapan müstesna kimse için sırt görüntüsünde, belli belirsiz belin uçmaya hazır Merkür’e mi, yoksa banyodan çıkmış gelen Diana’ya mı atfedilmesi gerektiği, bilinemeyen güçlü ve zayıf bacakların yarattığı o hoş sahnenin neden olduğu kuşkudan daha zevkli bir şey mümkün olabilir mi?

Bedenin bütününde tanımlanamayacak, tuhaf bir cazibeye sahip belirsiz ve kararsız bir şeyler vardır.

Güzellik kendi ayrıcalıklı konumunu sürekli aşarken, onun konturlarını çizen aşk ise kendi hikayesini artık mekanlar değil, algı ve deneyimler aracılığı ile anlatan ruhsal bir otobiyografidir.

Bir sonraki mevsimde aşk, artık bir nesnedir. Adem, kadını doğurmak için ilkel bir bahçede uyuyakalır.Uyandığında kadının kolları erkeğe uzanır. Kendini onun kollarından kurtarmak için olağanüstü bir çaba harcayan Adem başarısızlığa mahkumdur.

Ölmek üzere olan bir orkideye benzeyen aşk düşünün, kırık cama bastırılan bilekten farkı yoktur.

Radiohead - True Love Waits

Periyodik Matris "Zaman"


“Heyhat Postumus
Yıllar uçarcasına kayıp gidiyor…”

Ozanın uçucu&kaçıcı yılların akıp gidişine yakınışı, ilkçağların içinden bize uzanan, tazeliğini hiç kaybetmemiş bir serzenişin, bir çaresizliğin ifadesidir. Horaz daha o günlerde, aslında insan buluşu zaman sembollerinden biri olan”yıllara” geçme, akma, ele avuca sığmama özelliğine atfediyor. Oysa aslında “yıl” bireysel ömrün ölüme doğru yol alışın, yani bir doğal sürecin, düzenleyici sembollerle, bir periyodik matris içerisine yerleştirilmesinin, bu anlamda doğal olanın bir tür sosyal müdahaleye uğramasının ifadesidir.

Ömrün ölüme doğru yol almasının kaçınılmazlığı ve bu yolculuğun parçalarının ardışıklığı, dilimlerin birbirlerini belirli bir sıra içerisinde izlemeleri, hiçbir zaman insanların iradelerine ya da bilinçlerine bağlı olmamıştır. İşte bu doğal akışın yıllar biçiminde düzene sokulması, insanların, kendi sosyal amaçları için yıl denen düzenleyici sembolü geliştirmelerinden sonra mümkün olmuştur, ve olmaya devam edecektir.

Periyodik zamanın ikliminden kurtulmayı, kendini yeknesaklaştıran bedenlerimiz içerisinde yer alan zaman sayacını, olası güneşli ve rüzgarlı bir günde çıkarıp şehrin en yüksek noktasına asmayı dilemek, sanırım en tutunası dilek olacaktır 2013’de…

Johann Johannsson - Theme

21 Ekim 2012 Pazar

The Cabinet of Dr. Caligari


Sinema ekranında, korunma nosyonuna ait bir şey varlığını sürdürüyorsa, demek ki, sinemanın işi gerçek olan’ladır. Sinemanın işi kameranın ağzından, bir şeyi, rüyadan ibaret olmayan bir şeyi kendi içine almaktadır. Pelikül uzun saydam bir bağırsaktır, hazmedilmiş bir gerçek’in dışkısal şerididir. Ekrana yansımasıyla belleği makaralarından boşaltan bir deneyin, bir karşılaşmanın, bir çarpışmanın, bir çeşit ölüm kalım savaşının izini, kaydını içinde saklar.

Öyleyse, sinema, bu anlamda, biri görünür biri de görünmez iki olay tipini kaydeder: “Yatay” diyebileceğimiz birincisi filmin temsil ettiği, izleyicinin gördüğü olaylar dizisidir. İkincisi, “dikey” olanı, sinema deneyiminin kendisidir, sinemanın ve gerçek’in karşılaşmasıdır.

“Gerçek Olan-Pascal Bonitzer”

20 Ekim 2012 Cumartesi

Bildirge: "A Feast Of Friends"


"Kendimi elime aldım ve ellerim seni düşünüyor.
Tırmandığın ayva ağacı benim.
Sonsuz acımın sonsuz dallarında seni bekliyorum, aklımdan düşürdüğüm sek sek çizgisini rüzgarın omzunda bekletmişsin, duydum.

Önümde diz çöken Tanrıyı besle büyüt onu sundurma yap ve
arka bahçede bekle, geleceğim."

Wow, I'm sick of doubt
Live in the light of certain
South
Cruel bindings.
The servants have the power
Dog-men and their mean women
Pulling poor blankets over
Our sailors

I'm sick of dour faces
Staring at me from the TV
Tower, I want roses in
My garden bower; dig?
Royal babies, rubies
Must now replace aborted
Strangers in the mud
These mutants, blood-meal
For the plant that's plowed.
They are waiting to take us into
The severed garden
Do you know how pale and wanton thrillful
Comes death on a strange hour
Unannounced, unplanned for
Like a scaring over-friendly guest you've
Brought to bed
Death makes angels of us all
And gives us wings
Where we had shoulders
Smooth as raven's
Claws

No more money, no more fancy dress
This other kingdom seems by far the best
Until it's other jaw reveals incest
And loose obedience to a vegetable law.

I will not go
Prefer a Feast of Friends
To the Giant Family.

Jim Morrison - A Feast Of Friends

7 Ekim 2012 Pazar

Gürültülerin Sanatı


Seslerin dünyasını gittikçe daha zenginleştirmek gerekir. Duyarlığımızı bir gereksinime cevap vermektedir bu. Nitekim deha sahibi bütün çağdaş bestecilerin en karmaşık disonanslara yöneldiklerini görüyoruz. Bu besteciler katışıksız sesten uzaklaşarak neredeyse gürültü sese ulaşıyorlar. Bu gereksinim ve bu eğilim, tam anlamıyla gürültülerin bağıntı haline getirilmesi ve seslerin yerine konması yoluyla karşılanabilir.

Orkestradaki çalgıların kısıtlı tını çeşitliliğinin yerine özel mekanizmalarla elde edilen gürültülerin sınırsız tını çeşitliliğini koymak gerekir.

Her gürültüde, düzensiz titreşimlerin arasında bir de genel ve ağır basan bir ton vardır. Dolayısıyla bu tonu taklit eden çalgılar yapılarak tonların, yarım-tonların ve çeyrek-tonların yeterince geniş bir çeşitliliği kolayca elde edilebilecektir. Bu tonlar çeşitliliği, bir gürültüde ki karakteristik tınıyı ortadan kaldırmayacak, ama genişliğini büyütecektir.

Gürültünün çeşitliliği sınırsızdır.

Gerçekten yetenekli ve atılgan bütün genç müzikçileri, bileşimlerindeki farklı ritmleri  ana tonlarını ve ikincil tonlarını kavramak için bütün gürültüleri gözlemlemeye çalışıyoruz. Gürültünün çeşitli tınılarını, seslerin tınılarıyla karşılaştırırsak, birincilerin ikincilerden ne kadar da çeşitli olduklarını görecekler. Böylece gürültüler kavrayışı, zevki ve tutkusu geliştirilmiş olacak. Fütürist gözlemlerimizle zenginleştirilmiş olan duyarlılığımız fütürist kulaklara da kavuşacak. Endüstri kentlerimizdeki motorlar, birkaç yıl sonra, her fabrikayı ,baş döndürücü bir gürültüler orkestrasına dönüştürecek tarzda, hep bir ağızdan ustaca, ezgiler söyleyebilecekler.

"the art of noises, corsa venezia"

Dimitri Shostakovich - String Quartet No_8 in C minor op_110

Yanlızlığa Resitatif Eşlik


"Güneşe ve güneye, berrak, masum ve zararsız Mozart'ın mutluluğuna gereksinmem var. Aslında bu çok sevdiğim müziğin niteliğinde dostlarımın olmasını ne kadar çok isterdim. Yanlarında dinleyebileceğim , rahatlıkla gülebileceğim insanları, ne var ki her bulmak isteyen arayamaz. İşte bende böylece oturup bekliyorum. Ama ne gelen var, ne de giden. Başka yapılacak bir şeyde olmadığı için, eski dostlarıma ne denli yalnız olduğumu anlatıp duruyorum".