22 Ağustos 2012 Çarşamba

Two shots of happy, One shot of sad

"Almamalıydın o geceyi kalbine..."
Two shots of happy
One shot of sad
You think he’s no good
Well he knew he was bad
Took him to a place
Now he can’t get back
Two shots of happy
One shot of sad

We walked together down a dead end street
Mixing the bitter with the sweet
Don’t try to figure out what we might’ve had
Just two shots of happy
One shot of sad

He was a singer
Some say a sinner
Rolling the dice
Not always a winner
You said he was lucky
But hell, he made his own
Not part of the crowd
Not feeling alone

"nancy sinatra"

21 Ağustos 2012 Salı

Bayram Trafiği Ayini "Aşai Rabbani"

"Tatlı ve çok kutsal bir içkidir sevgi,
Tanrım kan olarak duyumsar, bense şarap."

Wagner'in Parsifal'i La bemol major bir temayla başlar, yedi nota boyunca temposuz devam eder, akortsuz bir arpejle yükselir, ritmik, armonik ve melodik bir Do minör ölçüyle sona erer. Bu tema bütün prelüd boyunca gelişerek devam eder ve yaralı Amfortas'ın sunakta sunduğu, sonrasında da ona geri sunulan ekmek ve şarap biçiminde lütuf olarak ortaya çıkar. Temanın prelüd'e hakim olmasının sebebi şudur; Aşai Rabbani'nin anlamı sözlerle ya da eylemlerle değil müziktedir. Müzik dramayı, dışında Prelüd'ün uzun senfonik tefekküründe gelişmiş bir duygu katar.[rS]

Aslında çakılı kalmaya mahkum olduğumuz için fiksasyonlara benzer bir biçimde seyahatin sonuna gelirken aynı Aşai Rabbani ayini gibi "zamandan bağımsız olanın zamanla kesiştiği nokta" dayız.

Deniz'in öbür tarafına geçerken kıyıdan son kez varlığın kalbine bir bakış, seyahatin sonlanması. Aynı hıristiyan tasavvuruna göre İsa'nın kurban edilmesinde hayat bulan özlem gibi sözlere dökülemez. Ancak ve belki müzikle fark edilebilir. 

Seyahatin sonunda müziğin açtığı kesitten agape ilkesine yönelebiliriz. Yani dostluğun zevk verdiği münasip bir sığınak bulmak ve içinde kuytu ve yassı olarak zamanı seyrelemek. Etrafta kol gezen çılgınlıktan kaçıp düşünmenin mümkün olduğu bir evren bulmak. Ancak şehrin en büyük acısına tanıklık edebilmek için erken aşamalarda öğrendiğimiz şey "var olabilmek kafayı çekmek demektir" ilkesi olduğuna göre ve beşeri dünyanın en ücra köşeleri dahi keşfedildiğine göre kurmaya çalıştığımız sistem ancak yok olmayı seçtiğimizde anlam kazanacaktır.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Elyazısı Minareler

Yer değiştirmeye an gelip başlamış herşey, 
bugün kaybolmuşluk koşuluna kazılıdır.

Büyük devletlerin büyük kurumların büyük bütçelerini incelerseniz, orada o rakamların mürekkeple değilde cakayla yazıldığını görürsünüz.

Kutsalın yerini alan sanat, onu yapanların elinden çıkıp alındıktan sonra onu isteyenlere nasıl gidiyor? İyice yaklaşıp bakın![eb]

Müzelerde içimde başlayan tiksintiyi gördüm usta! Gözlerim ile gördüm bahsettiğin anın tiksintisini. Rahat ve içimden ters çıkan bulantıyı sonra. Kustum oracıkta birinin kapısına, başladığı yere.

Kabuslardan uyandım. Her sabaha kalkışımda bir müzede uyandım sonra sonra. Gözlerimin içinde katran, duman, zulüm, öfke, çalınmış erk.

Müzelerden çektim aldım içimi, sefil kaldım. Artık müzem ben oldum, beni yansılan dünyamı sakladı aldı, koydu lahitin birine. 

Tebessümle bakan gözlerime hep kusasın, ziyaretin geldiğinde bakarken bana.

Sonra peygamberimsi birdenbire yapayalnız kalıyorum usta. Manevi bir çatının tepesinden seyrediyorum bütün bunları. Dünyada yalnızım.

Görmek uzakta olmaktır. 

Açıkca görmek, durmaktır.

Taklit etmek yabancılaşmaktır.

İnsanların sana değmeden geçtikleri an ile etrafında sadece havanın olduğunu farkına vardığın an. Geldi işte...
g.2007
Smog - I Was a Stranger 

Epic Soundtracks - Fade Away

Sizi tehdit mi ettim?

Acılara dair kararlar veren düşünce acıdan kavrularak ilerliyor, acıya katlanarak ve bundan bir yarar sağlamayarak yukarı çıkıyordu.

Adeta yanıp kül olan bir evin temelindeki mimari hataların ilk kez farkına varılışı gibi.

Bir görev: Fakat ben yaradılışımdan dolayı sadece kimse tarafından verilmemiş bir görevi üstlenebilirim. Bu çelişkinin içinde yaşayabilmem mümkün. Herhalde herkes için durum böyledir, çünkü yaşanarak ölünür ve ölerek yaşanılır. Bir sirkin çadırla çevrilmesi gibi, dışarıdan bakan içeriyi göremez, tıpkı böyle. Nadir biri çıkar ortaya, çadırda ufacık bir delik bulur, dışarıdan içeriye bakabilir. Yine de, bu kişinin varlığını kanıtlamak gerekir. Hepimiz, bir anlamda kendisine göz yuman kişileriz. İkinci kez yine de bu delikten bakıldığında izleyicilerin sırtlarından başkasını görmek mümkün değildir. Üçüncü kez yine de, müziğin işitileceğine kuşku yoktur, hayvanların kükreyişlerinin de.

Nihayet sirkin çevresinde dolanarak görev yapan, böyle para ödemeyen meraklıların omzuna dokunan polisin kollarına korkudan bayılarak düşüverilir.

"franz kafka, kovalı süvari"

Elinin altında her şeyi denge halinde tuttuğunu sanan, birbirini bütünleyen dünya kadar personel insanın elinde kalan sadece "Hala açlığa devam ediyor musun?" sorusudur. "Daha çok sürecek mi?"

Leke çıkarıcı güç! "Şarap"

"Bu noktada bir uçurumun kenarında titriyoruz.
Ve önemli olan da düşmeyip titreye titreye orada durabilmek."

Tecrübelerime göre, şarabın en büyük lütuflarından biri de bu: Benliğe dair meseleleri zihnimizin önünde tutmanızı sağlarken kartezyen uçuruma düşmenizi engelliyor. Benlik bir şey değil, perspektiftir. Nagel'in hatırlattığı gibi perspektifler dünyanın içinde değil, dünyanın üzerindedir; içinde değil de üzerinde olmaksa dengenin zor sağlandığı bir eylemdir ve "Ben'in reverans halinde, bedenin de beslenirken oluşturduğu mesut hilal şeklinin teşvik ettiği türde bir düşünme pozizyonunda ulaşılabilir ancak bu dengeye."

Nereye bakarsanız bakın sadece bilincin nesnelerini görürsünüz: Yüz, rüya, hatıra, renk, acı, ezgi, mesele, bir kadeh şarap; ama bunların üzerinde parlayan bilinci hiçbir yerde göremezsiniz. Bilinci kavramaya çalışmak, kendi gözlerinizi ayna kullanmaksızın kendi gözlerinizle bakmaya çalışmak gibidir.

Bilinci-ister ruh, ister zihin, isterse benlik olsun-içimizdeki minyatür bir varlığın bilinci olarak tekrar betimleyerek insan bilincine ışık tutamayız. 

Muhtemelen minyatür varlığı maddi olmayan aleme yerleştirerek, gizemi de çoğaltırız.

"roger scruton, I drink therefore I am"

Birinci tekil şahıs ile üçüncü tekil şahsın bakış açıları arasındaki bariz asimetridir; silinip yok olma ihtiyacı.

Kendine acı atfederken birtakım içsel niteliklere dayanıyor değiliz; aslında hiç birşeye dayanmıyoruz.

Ormonde - I Can't Imagine

Lana Del Rey - Yayo

14 Ağustos 2012 Salı

İlahi Geceler ve Şölenler

Bir iş gününün akşamı kepenkleri indirip, ansızın önümde dükkanımın bitip tükenmeyen gereksinimlerine ayıramayacağım saatler buldum mu, sabahleyin çok uzaklara yollanmış telaş ve tedirginliğim dönüp gelerek varlığımdan içerilere saldırıyor, ama içeride fazla duramayarak beni de kendisiyle amaçsız çekip götürüyor.

Ancak ben, bu ruh durumundan asla yararlanamıyor, evin yolunu tutmaktan başka bir şey yapamıyorum: çünkü elim yüzüm pis, giysim leke ve toz içinde; başımda çalışırken giydiğim bant, ayağımda sandık çivileriyle dört bir yanı çizilmiş botlar. Dalgalar üzerinde yürüyorum sanki.

Asansör kapısını açıp içeri giriyorum. Yalnızlığım asansör kapısında başlar. Ellerimi dizlerime dayayıp dar ve uzun aynaya bakıyorum. Asansör çalışmaya koyulunca şöyle söylerim kendime: "Susun! Çekilin geri! Ağaçların gölgesine, vitrinlerin kumaş dekorlarının arkasına, çardakların içine mi ulaşmak niyetiniz?"

f.k


7 Ağustos 2012 Salı

Ramazan Özel "Tanrının İşlem Kipi"

Her dinin ilkeleri Tanrı düşüncesi üzerine kurulmuştur. Oysa duyuların hiçbirisine etkisi olmayan bir zat hakkında gerçek düşüncelere sahip olmak, insanlar için mümkün değildir. Bütün düşüncelerimiz ve duygularımız aracılığıyla bizde bir etki yapan ve uyarıda bulunan şey maddelerin, şeylerin temsilleri, simgeleri, tasvirleridir. 

Zihin dışında bir konusu, bir maddesi olmayan Tanrı fikri, gözümüzün önüne ne getirebilir? Böyle bir düşünce, etkisiz eserler kadar kuruntu değil midir?

Zihin dışında bir ilkel örneği, asıl müshası, prototipi bulunmayan bir fikir, bir kuruntudan başka bir şey değil midir? Bununla birlikte bazı inanç ustaları, Tanrı fikrinin insanla yaşıt olduğunu insanların ana rahminden başlayarak bu Tanrı düşüncesine sahip olduklarını ve bu düşünceyle doğduklarını ileri sürerler. Her ilke bir hükümdür; her hüküm tecrübe eseridir; tecrübe ancak duyularımızın çalışmasıyla kazanılır. Bundan şu sonuç çıkar: Dini ilkeler kuşkusuz bir temele dayanmaz ve asla doğuştan kazanılmaz. İnsan bunları düşünce halinde taşıyarak ve sahip olarak doğmaz. Sonradan aile, toplum ve genel çevre bunları kendisine aşılar.

"jean meslier,tanrısızlığın ilmihali"

İstenç sonsuz bir çaba, bitmek bilmeyen kör bir itki ya da dürtüyse, doyum bulamaz ya da dinginlik durumuna ulaşamaz insan. Her zaman çabalama ama hiç bir zaman ulaşamamadır bu durum.

Dünyaya karşı tutunmaya çalıştığımız büyük ahlaksal güçler yalnızca acı çekme yeteneğimizi arttırır ve bizlerin yalıtılmasını derinleştirir. 

İnanç eşiğine girdiğimizde, dünyayı bir cehennem olarak görmeye başlarız aslında; bir cehennem ki insanın başka birinin şeytanı olmak zorunda olması yüzünden Dante'nin cehennemini bile aşar.

Bir kurtuluş olarak doğaya doğru yönelmek ise, lanet doyumlarımızı kendimiz dışında başka bir yer bulabilmemiz adına sadece bir ümittir.

Bir komşumun da dediği gibi "Bir insan ister güzeli=doğayı, isterse yüceyi seyrediyor olsun, arzunun köleliğinden geçici olarak uzaklaşır."

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Miskin! "Güneşte Kalmayan Uygar Beden"

"Zaman insan gelişiminin alanıdır. Boş zamanı olmayan kişi, tüm yaşamı uyku, yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalist için çalışmakla geçen kişi yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına yönelik zenginlik üreten bir makinedir sadece."

"Gerçekten de, günümüzde özgürlük alanı gereklilik ve dünyaya ilişkin kaygıların belirlendiği çalışmanın son bulduğu yerde başlar. Demek ki; şeylerin doğası açısından ele aldığımızda, günümüzdeki maddi üretim alanının ötesinde yer alır. Tıpkı kendi isteklerini gerçekleştirmek, yaşamını sürdürmek ve yeniden üretmek amacıyla doğayla boğuşan yabanıl insan gibi davranmak zorundadır uygar insan da. Hem de tüm toplumsal oluşumlarda ve olabilecek tüm üretim tarzlarında da böyle davranması gerekir uygar insanın.

Ayrıca, uygar insan geliştikçe, isteklerinin sonucu olarak bu fiziksel gereklilik alanı da genişler; ama, bu istekleri doyuran üretim güçleri de artar aynı zamanda. Bu alanda özgürlük ancak toplumsallaşmış insanda, birleşmiş üreticilerde, yani Doğa'nın kör güçleri tarafından yönetilmek yerine, Doğa'yla olan ilişkilerini akla uygun biçimde ayarlayan, Doğayı kendi ortak denetimi altına alan; bunu da kendi insan doğalarına en uygun düşen ve de en yaraşan koşullarda en az güç harcayarak gerçekleştiren birleşmiş üreticilerde söz konusu olabilir. 

Kendi başına bir amaç olarak insan gücünün gelişimi başlar. Kendi temeli olarak işte bir tek bu gereklilik alanıyla serpilip gelişebilen gerçek özgürlük alanı da başlar. 
Bunun temel ön gerekliliği ise iş gücünün kısaltılmasıdır.

"K.Marx,Capital Volume III"

Ekonomik hayata ilişkin tüm kavramlar, cumartesi günlerine taşınan toplantılar, çamaşır yıkamak, hafta başına temizlik yapmak, insanların derisini yüzmek...Miskin kişi işte bütün bunlara karşı dünyanın alternatifi olamadığı gibi dünyanın gidişini de değiştirmediğini bilendir. 

Miskin paralel bir evrende yaşar, paralel bir evrenin çağrısıdır. Tanrı için dahi rekabete girmez. Hala yaşıyorsak onun sayesindedir.

A Mountain Of One - Sky is Folding 

Atlas Sound - Criminals

2 Ağustos 2012 Perşembe

Gore Vidal: "Yalnızlık gibi bir şey"

"Aşka inancını kaybetmiş her kadının arkasında, başarılı bir erkek vardır."

1948 yılında yayınlamış olduğu "The City and the Pillar" (Kent ve Tuz) romanıyla ancak 1998 yılında "bu saatte beşiktaş iskelesinde ne bok yiyoruz" alt başlıklı bir yayın evi sayesinde tanışma imkanımız olmuştu.

1950'li yılların püriten Amerikan toplumuna gönderilmiş bu 'stereotipik gay müjdeci' ele almış olduğu eşcinsellik konusu ve genel olarak romanlarında işlediği toplumsal cinsiyet&cinsellik konuları ile Amerikalı mainstream eleştirmenlerin her zaman tepkisini almayı başarmıştı. 

Gore Vidal 31 temmuz 2012 tarihinde yapılan açıklamaya göre zatüre nedeniyle hayata veda etti. Vidal'e muhtemelen bundan sonra zamanını birlikte geçiriceği yakın arkadaşları olan Tennessee Williams, Orson Welles, Truman Capote, Frank Sinatra ve The Simpsons ailesi ile beraber derin uyku vaktinden önce mutlu ölümler dilemek dışında söyleyebilecek birşey yok sanırım.
"Ender olanın başına iki şey gelir ,tıpkı insanlığın kısa tarihinde olduğu gibi.Ya bir koleksiyon nesnesi yapılır, alınır ,saklanır, ya da bir hilkat garibesi yapılır, parmakla gösterilir,suçlanır ,kovulur."

"Güneşin altında ölüm imkansızdı sanki…Cennet ya da cehenneme inanmıyordu.İyi insanların gittiği belli bir yer olduğuna hiç ihtimal vermiyordu, hele iyi insan denen şeyin ne olduğunu kimse bilmezken, o son gidilen yerin nasıl bir yer olduğu konusunda kimsenin fikri yokken.Ne oluyordu peki?Hiçlik fikri ürkütüyordu onu, ölüm büyük ihtimalle hiçti:toprak değil ,ışık değil,zaman değil,bir şey değildi…Jim, uzun uzun günün birinde toprak olacağı kesin olan eline baktı.Çürüme ve hiçlik,evet,gelecekte bu vardı."

Jane Birkin - Et quand bien me¦éme

Micatone - Handbrake