23 Aralık 2012 Pazar

Yama(ç)Aşk "Yazgı Saldırgandır"


Kültürel dizge bir anlamlar toplamıdır. Anlamın bilince yaptığı dolayım, bildiği için inanan ile, inandığı için bilen insanda aynı değildir. Bildiğine inanan insan, anlamı tarihsellik içinde yerli yerine oturtmaya çalışırken; inandırılmış insan, tarihin dışında bir anlamın peşindedir. Çünkü, inandırılmış insanın zamanı, tanrının istenciyle başlayıp, gene tanrının istenciyle bitecek olan bir süreçtir.

Kalp açısından da, insanın hissettiklerinden daha fazlasını istemek aynı anlama gelir.Adanın kuzeyine bakan yamacından ışığın dik bir açıyla tam dizinin, başımın olduğu yörüngeye oturduğu o gün, uygun bir şekilde pişman olduğumu söylemiştim. Aslında pişmanlıktan çok bir can sıkıntısıydı hissettiğim. İronik bir şekilde tanrının belirlediği her şeyin, onun hatta beklide senin içinde olmamdan kaynaklanıyordu…

Bu süreçte olup bitecek olan bütün şeyler, tanrı tarafından belirlenmiştir. İnsana düşen, bu tanrısal belirlenmişliklerin içinden tanrının istencine uygun olanı eylemektir. İnandığı için bilen insan, inanan insan değildir; inandırılmış insandır. Bu bağlamda inandırılmış insan için, tanrının zamanıyla uyuşmayan öteki zamanların içinde olup biten şeyler, tanrısal istence karşı olan şeytanca durumlardır.
Bu zaman, ötekinin zamanıdır ve orada olup bitenlerde ötekine aittir. Kendisine ait olanın dışında kalan bütün kültürle din, mitos, öteki’dir.

Karakterden yoksun olduğumu bilmeme rağmen tüm öğretiye karşı cephe aldım. Yokuşun başladığı yerde elini bırakmış olmam sevginin bir istisna olarak cinayete dönüşümüydü.İçimde tüm ahlaksal kodların aşındığı, o tanrısal istence karşı seni aldatmaya olan isteğim, aslında şiddetli ıstırabın ötesinde bir başkaldırıydı.

İnandırılmış insan zamanın ardışıklığını yok saydığı için; kültürel anlam açısından yeni açılımlara gereksinim duymaz. Onun için anlam, var olanın kusursuz biçimde tekrarlanmasıdır. Ardışık zaman bilinci, insanı değişimin bilincine götürür. Değişimse kusursuz taklit yeteneğinin boşa çıkarılmasıdır. İnandırılmış insan için bu bir hatadır, günahtır, bunu istemek günahı istemektir…

Bende tanrı istiyorum ama tapınmak için değil; vahyinin mutlaklık talep eden dogmalarıyla, evrenin, akış içinde sürekli değişen gerçekliği arasında var olan paradokslara dikkat çekmek için


Brigitte Fontaine - Les Filles d'Aujourd'hui 

Yann Tiersen - La Dispute

22 Aralık 2012 Cumartesi

Kıyamet


Bizler ayı kaybettik, serin, parlak, daima değişen ayı. Sinirlerimizi okşayacak, ışıltısının ipek elleriyle yumuşatacak, serin varlığı ile sakinleştirecek olan odur. Çünkü ay, su dolu bedenlerimizin, öfkeli bilincimiz ve nemli tenimize ait soluk bedenin hanımı ve annesidir. Ay, kollarımızın arasındaki büyük, serin Artemis gibi bizi sakinleştirebilir ve iyileştirebilir. Ama onu kaybettik, aptallığımız yüzünden ona önem vermedik ve şimdi bize kızgın bir şekilde bakmakta ve öfkeli kırbaçlarla bizi kırbaçlamakta. Ah, gece göğünün kızgın Artemis’inden sakının, Kibele’nin kininden sakının, boynuzlu Astarte’nin intikamından sakının![Apocalypse,DHrL]

Eksik olan şeyin ne olduğunu düşündükçe sabırsızlanıyorum, düşündükçe bedenimdeki maddelerin bozulması hızlanıyor, daha basitleşiyorum. Hücrelerimde meydana gelen bu katabolizm son paragrafın işareti.

“Güneşe domuzlar gibi çıplak yatıp güneş banyosu yapmak istiyorum. Bizi ısıtan, bronzlaştıran o güneş içten içe bizi ayrıştırmakta-bunu aynen sizler gibi bende sonradan öğrendim.”

Sara Lov - Just Beneath The Chords

5 Aralık 2012 Çarşamba

Çirkin "Tarih" Sanatı


Bak geliyor işte bana doğru
Sinsi bakışlarıyla
Ölüsü bile durmuyor toprakta,
çıkıp geliyor cehennemin dibinden
Kovalamak için ben zavallıyı,
Aç susuz süründürmek için beni
Denizleri saran kumsallardan.

İnsan yani “Sadece varlığı ortadan kaldırdığı ölçüde var olan negatif varlık” zamanla özdeştir.
İnsan kendi doğasını sahiplenirken evrenin açılımını da kavrar.

“Tarihin kendisi doğal tarihin, doğanın insana dönüşümünün gerçek bir parçasıdır.”

Buna karşılık, bu “doğal tarih”in fiilen varolduğu tek yer insanlık tarihi sürecidir.
İnsanlık tarihi tıpkı nebulaların evrenin kıyısına kaçışlarını zaman içinde yakalayacak çapa sahip modern teleskoplar gibi, bu tarihsel bütünlüğü yeniden yakalayan tek bölümdür.
Tarih her zaman var oldu, ama her zaman tarihsel biçimiyle değil.
İnsanın zamansallaştırılması, bir toplum dolayımıyla gerçekleştirildiğinde, zamanın insanlaştırılmasına eşittir.
Zamanın bilinçsiz hareketi tarihsel bilinç içinde kendini gösterir ve doğrular.

Adeta bir buyruk değil midir? Tarihten söz eden herkese karşı güvensiz davranmak?

Tame Impala - Feels Like We Only Go Backwards

13 Kasım 2012 Salı

Öteki ve Beride


Kusursuzluk, düzgünün bir ucudur. (Çıkış noktası ya da sonu nasıl isterseniz); çoğaltmaların kaçışına son verdiği ölçüde insanı kendinden geçirir (ya da mutluluktan sarhoş eder) düzgü ve edim arasındaki, köken ve ürün arasındaki, model ve tıpkı örnek arasındaki uzaklığı yıkar; bu uzaklıkta insanlık durumunun bir parçası olduğundan onu ortadan kaldıran kusursuzluk insanbilimsel sınırların dışında, doğa-üstünde yer alır, orada, daha aşağıda olan, öteki kuralı çiğnemeye ulaşır: daha fazla ve daha az türsel olarak aynı sınıf içinde aşırılık sınıfına konmuşlardır. Ötede olanın artık beride olandan farkı yoktur. Sonuçta düzgünün temeli, düzgü dışında kalanla aynı durumdadır. Çünkü yaşam, ölçü, insanlık, çoğaltmalar alanında yalnızca ara göçlerdir.

Adonis’in “doğaüstü” kusursuzluğundan söz etmek, hadımın “doğa-altı” eksikliğinden söz etmektir aynı zamanda.

XXX.Roland Bartthes

Various Cruelties - Great Unknown

Motorama - Image

8 Kasım 2012 Perşembe

Abyss! "Rakım Sıfır"


“Her aynanın sırrını endişe döşüyor”
Bir gece öncesinde, Kral ve Delisi’nin kuytu köşesinde yeraldığı dikdörtgen alana girdiğimde, iskemleler çoktan ters çevrilip masaların üzerine yerleştirilmiş, bütün ışıkları söndürülüp kapı pencere kapatılmış, meydandan kimse geçmez olmuştu. Elimden gelse, meydanı aydınlatan yüksek lambaların yumuşak ışığını örter, karanlıkta bir köşeye oturur, güz gecesine egemen nemli hava nedeniyle biraz büzüşür, belleğimin iki kıvrımı arasına yerleşmiş görüntü ve ses makaralarını, yeniden dönsünler, bırakırdım.
Bir şimdi olmuşsa, geçmiş geleceğin umudu, vaadı, ihtimali kesilebiliyor: Yıllar geçti, buradaydım, yıllar geçecek, kimbilir yeniden burada durabileceğim: Başını, başlangıç noktasını tanıdığınız, anımsadığınız bir şeridin ucunu açık kılan tek ruh hali, inanılası tek şey yokken inanmakla bağlantılı olarak gerçekleşiyor. Ne yapılsa boş ama: Öteki kutuptan, “bir daha bu aynaya bakamayabilirim” dizesinin yer aldığı şiir sökün etmekte gecikmiyor: 30 yaşıma varmamıştım o şiiri çevirdiğimde; artık, Borges’in onu yazdığı yaştayım: Her aynanın sırrını endişe döşüyor.
"e.b - rakım sıfır"
Gerçekte aynanın derinliği(sırrı) ile onun aydınlığını karıştıran bu ikilemden daha evrensel bir şey yoktur. Yüzeysel aydınlığı yani aynanın sırrını tırnaklarıyla kazımaya, her standart günün sonunda ise o karanlık derinliğini seçen şanssız birey için iki anlayış türünden birine bağlanmaktan öte bir şey kalmayacaktır: ya yalancı aydınlık, ya da yalancı derinlik.


Kozmik Libido

"Dans eden kadının bedeninde en etli ve
en kitlesel olanın
ak ve buharlı patlayışı,
lekesiz püskürmesidir."

Cixous'a göre kadınlar bir süreğenliğin "son noktası olmayan bir sonsuz bedenin" parçası olduklarından kendilerini doğayla ve kosmosla daha bağlantılı hissederler. Erkek cinselliğinin penis etrafında dönmesine karşılık, kadın cinselliği çok biçimlidir. "Kadının libidosu kozmiktir, tıpkı kadının bilinçdışının tüm dünyayı içine alması gibi. Yazısı da bir çerçeve belirtmeksizin ya da ayırt etmeksizin sürüp gider, gider..."

Dry Bones by Gungor - A Creation Liturgy

27 Ekim 2012 Cumartesi

Kurban Çukuru


“Kendinizi bize tümüyle açmalısınız.”

Gerçek anlamda histeri yok artık, projektif paranoya yok. Yalnızca şizofrene özgü bir dehşet durumu var: Kurban!! Her şeye çok fazla yakınlık; hiçbir direniş olmadan, hiçbir kişisel koruma halesi olmadan, artık onu koruyacak kendi bedeni bile olmadan temas eden, kuşatan ve nüfuz eden her şeyle kirli, gelişigüzel ilişki…Şizofren her sahneden yoksun, kendisine rağmen her şeye açık, olabilecek en büyük kafa karışıklığı içinde.

Şenliğin hazzını arayan şizofren ruhlarımız için kurban etmenin ilkesi öldürmedir ve bu asla unutulmamalıdır. Kurban etme bir nesnenin gerçek bağlarını yok eder. Kurban edici ise şeyler dünyasından kopmak için kurban etmeye gereksinimi vardır. Kurban etmenin şizofrenik (çocuksu) bilinçaltı o kadar uzağa gider ki ölüme götürme burada sefil bir biçimde bir şey konumuna indirgenmiş olan hayvana yapılan hareketin bir onarılması olarak ortaya çıkar.

Bataille’ın açtığı kurban çukurunun içine kafamızı sokabilirsek göreceğimiz şey; "tüketmenin üstünlüğünün hiçbir başka gücün üstünlüğüne karşı koyamaz" ilkesi olacaktır. Konu şenlik olunca ise ortaya bayram türküleri çıkar.

Afiyet olsun.

The Black Heart Procession - Last Chance 
Misophone-Lost March For The Dead

23 Ekim 2012 Salı

Kırık Camda Aşk!



Biçime tapan müstesna kimse için sırt görüntüsünde, belli belirsiz belin uçmaya hazır Merkür’e mi, yoksa banyodan çıkmış gelen Diana’ya mı atfedilmesi gerektiği, bilinemeyen güçlü ve zayıf bacakların yarattığı o hoş sahnenin neden olduğu kuşkudan daha zevkli bir şey mümkün olabilir mi?

Bedenin bütününde tanımlanamayacak, tuhaf bir cazibeye sahip belirsiz ve kararsız bir şeyler vardır.

Güzellik kendi ayrıcalıklı konumunu sürekli aşarken, onun konturlarını çizen aşk ise kendi hikayesini artık mekanlar değil, algı ve deneyimler aracılığı ile anlatan ruhsal bir otobiyografidir.

Bir sonraki mevsimde aşk, artık bir nesnedir. Adem, kadını doğurmak için ilkel bir bahçede uyuyakalır.Uyandığında kadının kolları erkeğe uzanır. Kendini onun kollarından kurtarmak için olağanüstü bir çaba harcayan Adem başarısızlığa mahkumdur.

Ölmek üzere olan bir orkideye benzeyen aşk düşünün, kırık cama bastırılan bilekten farkı yoktur.

Radiohead - True Love Waits

Periyodik Matris "Zaman"


“Heyhat Postumus
Yıllar uçarcasına kayıp gidiyor…”

Ozanın uçucu&kaçıcı yılların akıp gidişine yakınışı, ilkçağların içinden bize uzanan, tazeliğini hiç kaybetmemiş bir serzenişin, bir çaresizliğin ifadesidir. Horaz daha o günlerde, aslında insan buluşu zaman sembollerinden biri olan”yıllara” geçme, akma, ele avuca sığmama özelliğine atfediyor. Oysa aslında “yıl” bireysel ömrün ölüme doğru yol alışın, yani bir doğal sürecin, düzenleyici sembollerle, bir periyodik matris içerisine yerleştirilmesinin, bu anlamda doğal olanın bir tür sosyal müdahaleye uğramasının ifadesidir.

Ömrün ölüme doğru yol almasının kaçınılmazlığı ve bu yolculuğun parçalarının ardışıklığı, dilimlerin birbirlerini belirli bir sıra içerisinde izlemeleri, hiçbir zaman insanların iradelerine ya da bilinçlerine bağlı olmamıştır. İşte bu doğal akışın yıllar biçiminde düzene sokulması, insanların, kendi sosyal amaçları için yıl denen düzenleyici sembolü geliştirmelerinden sonra mümkün olmuştur, ve olmaya devam edecektir.

Periyodik zamanın ikliminden kurtulmayı, kendini yeknesaklaştıran bedenlerimiz içerisinde yer alan zaman sayacını, olası güneşli ve rüzgarlı bir günde çıkarıp şehrin en yüksek noktasına asmayı dilemek, sanırım en tutunası dilek olacaktır 2013’de…

Johann Johannsson - Theme

21 Ekim 2012 Pazar

The Cabinet of Dr. Caligari


Sinema ekranında, korunma nosyonuna ait bir şey varlığını sürdürüyorsa, demek ki, sinemanın işi gerçek olan’ladır. Sinemanın işi kameranın ağzından, bir şeyi, rüyadan ibaret olmayan bir şeyi kendi içine almaktadır. Pelikül uzun saydam bir bağırsaktır, hazmedilmiş bir gerçek’in dışkısal şerididir. Ekrana yansımasıyla belleği makaralarından boşaltan bir deneyin, bir karşılaşmanın, bir çarpışmanın, bir çeşit ölüm kalım savaşının izini, kaydını içinde saklar.

Öyleyse, sinema, bu anlamda, biri görünür biri de görünmez iki olay tipini kaydeder: “Yatay” diyebileceğimiz birincisi filmin temsil ettiği, izleyicinin gördüğü olaylar dizisidir. İkincisi, “dikey” olanı, sinema deneyiminin kendisidir, sinemanın ve gerçek’in karşılaşmasıdır.

“Gerçek Olan-Pascal Bonitzer”

20 Ekim 2012 Cumartesi

Bildirge: "A Feast Of Friends"


"Kendimi elime aldım ve ellerim seni düşünüyor.
Tırmandığın ayva ağacı benim.
Sonsuz acımın sonsuz dallarında seni bekliyorum, aklımdan düşürdüğüm sek sek çizgisini rüzgarın omzunda bekletmişsin, duydum.

Önümde diz çöken Tanrıyı besle büyüt onu sundurma yap ve
arka bahçede bekle, geleceğim."

Wow, I'm sick of doubt
Live in the light of certain
South
Cruel bindings.
The servants have the power
Dog-men and their mean women
Pulling poor blankets over
Our sailors

I'm sick of dour faces
Staring at me from the TV
Tower, I want roses in
My garden bower; dig?
Royal babies, rubies
Must now replace aborted
Strangers in the mud
These mutants, blood-meal
For the plant that's plowed.
They are waiting to take us into
The severed garden
Do you know how pale and wanton thrillful
Comes death on a strange hour
Unannounced, unplanned for
Like a scaring over-friendly guest you've
Brought to bed
Death makes angels of us all
And gives us wings
Where we had shoulders
Smooth as raven's
Claws

No more money, no more fancy dress
This other kingdom seems by far the best
Until it's other jaw reveals incest
And loose obedience to a vegetable law.

I will not go
Prefer a Feast of Friends
To the Giant Family.

Jim Morrison - A Feast Of Friends

7 Ekim 2012 Pazar

Gürültülerin Sanatı


Seslerin dünyasını gittikçe daha zenginleştirmek gerekir. Duyarlığımızı bir gereksinime cevap vermektedir bu. Nitekim deha sahibi bütün çağdaş bestecilerin en karmaşık disonanslara yöneldiklerini görüyoruz. Bu besteciler katışıksız sesten uzaklaşarak neredeyse gürültü sese ulaşıyorlar. Bu gereksinim ve bu eğilim, tam anlamıyla gürültülerin bağıntı haline getirilmesi ve seslerin yerine konması yoluyla karşılanabilir.

Orkestradaki çalgıların kısıtlı tını çeşitliliğinin yerine özel mekanizmalarla elde edilen gürültülerin sınırsız tını çeşitliliğini koymak gerekir.

Her gürültüde, düzensiz titreşimlerin arasında bir de genel ve ağır basan bir ton vardır. Dolayısıyla bu tonu taklit eden çalgılar yapılarak tonların, yarım-tonların ve çeyrek-tonların yeterince geniş bir çeşitliliği kolayca elde edilebilecektir. Bu tonlar çeşitliliği, bir gürültüde ki karakteristik tınıyı ortadan kaldırmayacak, ama genişliğini büyütecektir.

Gürültünün çeşitliliği sınırsızdır.

Gerçekten yetenekli ve atılgan bütün genç müzikçileri, bileşimlerindeki farklı ritmleri  ana tonlarını ve ikincil tonlarını kavramak için bütün gürültüleri gözlemlemeye çalışıyoruz. Gürültünün çeşitli tınılarını, seslerin tınılarıyla karşılaştırırsak, birincilerin ikincilerden ne kadar da çeşitli olduklarını görecekler. Böylece gürültüler kavrayışı, zevki ve tutkusu geliştirilmiş olacak. Fütürist gözlemlerimizle zenginleştirilmiş olan duyarlılığımız fütürist kulaklara da kavuşacak. Endüstri kentlerimizdeki motorlar, birkaç yıl sonra, her fabrikayı ,baş döndürücü bir gürültüler orkestrasına dönüştürecek tarzda, hep bir ağızdan ustaca, ezgiler söyleyebilecekler.

"the art of noises, corsa venezia"

Dimitri Shostakovich - String Quartet No_8 in C minor op_110

Yanlızlığa Resitatif Eşlik


"Güneşe ve güneye, berrak, masum ve zararsız Mozart'ın mutluluğuna gereksinmem var. Aslında bu çok sevdiğim müziğin niteliğinde dostlarımın olmasını ne kadar çok isterdim. Yanlarında dinleyebileceğim , rahatlıkla gülebileceğim insanları, ne var ki her bulmak isteyen arayamaz. İşte bende böylece oturup bekliyorum. Ama ne gelen var, ne de giden. Başka yapılacak bir şeyde olmadığı için, eski dostlarıma ne denli yalnız olduğumu anlatıp duruyorum".

30 Eylül 2012 Pazar

LCO Postası: Kurultay(ına) Kurban


Benzersizleşmenin her insan yaşantısını belirlediği doğrudur. İnsanca varolmak benzersizleşmektir, çünkü insan varoluşu hiçbir zaman öngörülebilir bir süreci izlemekle, önceden çizilmiş yolları takip etmekle, önceden verilmiş bir modele uyum sağlamakla, önceden kurulmuş ilkeleri uygulamakla sınırlanmaz. İnsanca varolmak, davranmak ve konuşmak, başka bir deyişle bireylerarası bir ilişkiler dokusunda yer almak, usa yatkın ve öngörülemez yollar açmak, tek bir tarihi arkada bırakmak demektir. Hiyerarşi ilkesi, her insanı doğuştan gelen aidiyetlerden dolayı olması gereken uyum sağlamaya yönlendirdiği, herkese yaşamını bir yazgı gibi görmesine neden olacak önyargılar aşıladığı ölçüde insanlıktan uzaklaşacaktır.

İnsanın anlamı her insan toplumunda, bir muamma olarak kaldığı ölçüde, her insan toplumu benzersizleşmeyi karşılar.

Özgür düşünmek ve davranmak şunu ifade eder: Kendiliğinden düşünmek ve davranmak.

Dünyanın tanrısallıktan arınması, öte dünya deneyiminin yok oluşunu, din duygusunun silikleşmesi en azından toplumsal duyarlılık açısından hissedildiği anda derin bir dönüşüme uğrar. İlk kez, sözcüğün tam anlamıyla bir öte dünya deneyimi olur. 

iyi uykular...
Belaire - Resonating Symphony;

15 Eylül 2012 Cumartesi

Politik Sürtüşmeler: "Muleta'nın Gizlediği"

WSB ile 1961 yılında Gregory Corsa ve St. Allen Ginsberg'un Journal For the Protection of All People'da yayınlanan röportajından "politik sürtüşmeler" alt başlıklı detaya göz atmak güncele ışık tutması açısından sanırım faydalı olacaktır.

C: Politik sürtüşmeler hakkında ne düşünüyorsun?
B: Politik sürtüşmeler sadece yüzeysel manifestolardır. Sürtüşmeler meydana geldiğinde, bu durumdan fayda sağlamayı uman belli güçler sürtüşmelerin devam etmesini uygun görür. Kendinizi bu tür yüzeysel politik sürtüşmelere kaptırmanız, boğanın arenada düştüğü hataya düşüp örtüye saldırmanızdan başka bir şey değildir. İşte politika bu yüzden vardır – size örtüyü göstermek ve öğretmek için. Matadorun boğaya kendini takip etmesini, örtüye boyun eğmeyi öğretmesi gibi.
C: Örtü kimin elinde?
B: Ölümün.
G: Ölüm nedir?
B: Bir kandırmaca. Bu bir zaman doğum ölüm kandırmacası. Ancak bu daha fazla böyle devam edemez. Çok fazla insan akıllanmaya başladı.
C: İnsanın yapısında bir değişiklik, yeni bir bilinçlenme olduğunu düşünüyor musun gerçekten?
B: Evet, bu konuda size net bir yanıt verebilirim. Şu anda üstünlüklerini hissettiren belli baskılar kalktığı zaman insan bilinçlenmesinde de bir değişimin kendiliğinden meydana geleceğini düşünüyorum. Bilinçlenmenin yaygınlaşmasını engelleyen başlıca tekel ve kontrol unsurları, düşünceleri, duyguları ve duyulara ait izlenimleri kontrol eden sözcük dizileridir.
G: Baskıların kalktığını varsayalım; sonra ne olacak?
B: Bir sonraki adım sessizlik içinde atılmalı. Kendimizi sözcük gruplarından soyutluyoruz. Bunu sözcüklerin, harflerin, sözcüksel kavramların yerine farklı ifade şekillerini, örneğin renkleri koyarak başarabiliriz. Sözcük ve harfleri renklere dönüştürebiliriz. Bir başka deyişle, kişi bilinçlenmeye erişmek için kendini sözcüksel ifadelerden uzaklaştırmak zorunda olduğunu, ve bunun zaman kaybetmeden algılanması gerektiğini bilmeli.
C: Kişi bu bir sonraki adımı nasıl atmalı?
B: İleriye doğru atılan adımlar, üzerinizdeki eski zırhı çıkarıp atmanızla başlar, çünkü ana rahmindeki yumuşak daktiloda yazılmış sözcükler içinize öyle bir işlemiştir ki, taşıdığınız sözcük zırhını fark etmezsiniz bile. Mesela, bu sayfayı okuduğunuz sırada gözleriniz, alıştığınız biçimde kelimeleri takip ederek soldan sağa doğru kayıyor. Bir bilinç tekeli ve kontrol oluşturmak amacıyla yumuşak daktilodaki renkli sözcüklerin renkleri gibi birçok çözüm yolunu politik sürtüşmelere dönüştürmek de mümkün.
C: Bunu okuyunca, politika ve politikayla ilgili terimlerden bahsederken, bir noktadan sonra sanki yine başlangıç noktasına dönüyorsun gibi görünmüyor mu sence – sürtüşme, elde etme, çözüm, tekel, kontrol... Nasıl bir yardım bu?
B: Ben de tamamen aynı şeyi söylüyorum. Konuşmaya başladığınızda söz dönüp dolaşıp yine politikaya geliyor, başka bir yere değil. İnsanlar o daktiloya hala sıkı sıkıya bağlılar.
C: Politikacılara nasıl bir tavsiyeniz olacak?
B: Sadece bir kez gerçeği söylesinler ve sonsuza dek çenelerini kapasınlar.
(“Kunst und Wissenschaft” Mahşer, WSB Dosyaları)


14 Eylül 2012 Cuma

Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!

Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve göt deliği kutsal!
Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır!
Her gün sonsuzluk! Her adam melek! Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! Sen ve ruhum delinin kutsallığı kadar kutsal! Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
Kutsal Peter Kutsal Allen Kutsal Solomon Kutsal Lucien Kutsal Kerouac Kutsal Huncke Kutsal Burroughs Kutsal Cassady Kutsal gizli hayvan sikiciler ve ızdırap içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!
Kutsal tımarhanedeki annem! Kansas'taki atalarımın siki de kutsal! İnleyen saksafon kutsal! Kutsal mahşeri bop!
Cazcılar ot hipsterler barış & junk & sarma kutsal! Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı!
Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal! Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!
Doyumsuz yalnızlık kutsal!
Orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı kutsal! Kim Los Angeles’ı Los Angeles yapan!
Kutsal New York Kutsal Frisco Kutsal Peoria & Seattle Kutsal Paris Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal İstanbul!
Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler kutsal dördüncü boyut!
Kutsal beşinci enternasyonel! Kutsal melekteki Molok! Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler
kutsal halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem! Kutsal bağışlama! Merhamet! İyilik! İman!
Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli! Yüce! Kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati.
(for Allen, çeviri underground poetix)

Can - Dead Pigeon Suite

11 Eylül 2012 Salı

Kaygı Çukuru

Nedir kaygı çukuru? Kaygının bizi vıdı vıdı dünyasında koyması sonucu, kaygının "yaşayıp gitme"den "yaşamaya" dönüştürülmesiyle çakılıp kaldığımız yaşama alanıdır. Çukur, yaşamaya açılamaz; yaşamaya çıkış sıçrama gerektirir, zor bir sıçrama. Çukurda kaygı, kaygı için çalışmaya başlar; hayatın değerlerinden amaçlarından, yaşama sevincinden, sevgiden, dostluktan, yaratma heyecanından kopmuştur. Kaygı kendi başına çalışmakta, boşlukta dönüp durmaktadır; yaşamayla olan bağı kopmuştur; bizi atılımlar yapmaya, kendimizi gözden geçirmeye götürmemektedir.

Neden çukura "düşenler"den değil de, düşücülerden söz ediyorum? Zaman zaman hepimiz düşeriz kaygı çukuruna, içimiz yanar, yüreğimiz burkulur; rahatımız kaçar, huzurumuz uçar gider. Bir biçimde çukura çakılıp kalmayız, çukurun devamlı "oturucularından", sakinlerinden olmayız.
Çukur bir tünele dönüşür; umut ışığı yanar, çıkar gideriz. Düşenler, çıkma şansı olanlardır. Düşücülerse, zaman zaman çıksalar da çukurdan, sık sık ziyaret ederler çukuru; onların yaşayıp gitme biçimlerinden çukura kendini kapatma da vardır: Çukur hep yolların üzerindedir, içine düşecek düşücülerini aramakta, beklemektedir.

(ahmet inam, doğu batı)

Gerçek bir şeydir başarısızlık ihtiyacı ile birlikte, baştan sona bile isteye, eline bir kürek alıp, yolunun üzerinde çukurlar açmak. Ama bu istenci dile dökemeyiz, eylemlerimizin sonunda en uç durumda vardığımız bu başarısızlık çoğunlukla çukurun açıcı'sını gizlerken bizi harfiyat olmaya iter.

Mutlak, gelip geçici parçacıklarda, dağınık pırıltılarda, aralıklı ışıldamalarda kendini gösterir.

Calexico - Para 

Calexico - The Vanishing Mind

Kahin Kuğular & Hıçkıran Doğa

Kahin ve kötü huylu kuğu Micheal Gira, nam-ı diğer "Swans", The Seer episodu ile gelecekten haber vermeyi sürdürüyor. Meraklıları için kaynağına inip, çeşmeye ağzını dayararak kana kana "The Sun fucks the dawn" içmenin vakti gelmiştir.

Bu eksende günümüzün küçültücü sanatına karşı, albümü dinledikten sonra gireceğimiz hıçkırık krizi için Gombrowicz eşliğinde küçük bir hazırlık yapmakta fayda var sanırım...

Kişilik kazanmış bir sanatçı ile yalnızca kişilik kazanmayı uzun uzun düşünen yarım sanatçılar ve çeyrek peygamberler arasında büyük bir fark vardır. Tam bir sanatçıya yaraşan şey sizde bambaşka bir izlenim bırakır. Kendi ölçünüze ve kendi gerçeğinize göre düşünceler yaratmak yerine, başkalarının yaptıklarıyla övünüyor, bu yüzden de her zaman beceriksiz, her zaman geride, sizi bekleme odasında bırakan sanatın kölesi ve taklitçisi, hizmetkarı ve hayranı birer çırak olmaktan öteye gidemiyorsunuz. Elinizden geleni yaptığınız halde, nasıl başarılı olamadığınızı görmek; her defasında, size, henüz tam olarak bekleneni veremediğinizin söylenmesi ve bunun üzerine bir başka şey üretmek; yapıtlarınızı nasıl zorla kabul ettirmeye çalıştığınızı, nasıl dördüncü sıradan ufak tefek başarılara bel bağladığınızı, edebiyat geceleri düzenlediğinizi, birbirinize iltifatlar ettiğinizi, yeteneksizliğinizi gizlemek için sanki kendinizi gösterir gibi başkalarına yeni bir yüz sunmaya kalkıştığınızı saptamak gerçekten korkunç bir şey! Üstelik; yazdığınız, ürettiğiniz şeylerin size göre değerli olduğunu düşünerek avunamazsınız bile. Bütün bunlar, yineliyorum, taklitten, alıntıdan başka bir şey değildir ve yalnızca daha önce bir ağırlığınız, bir değeriniz olduğu kuruntusunu yaratır.

Yalnızca acı meyveler verebilen yanlış bir durumda bulunuyorsunuz. Yakında grubunuzda düşmanlık, küçümseme, kötülük gelişecek, herkes bir başkasını ve kendisini küçük görecektir; kendi kendini küçümseyen bir topluluk olup, sonunda birbirinizi canınızdan bezdirecek kadar küçümseyeceksiniz. Gerçekten de, ikinci sınıf bir yazarın durumu, sürekli olarak geri çevrildiğini görmekten başka ne olur? İlk acımasız reddetme, yapıtlarından kesinlikle hoşlanmak istemeyen okuyucudan gelir; küçük düşürücü olan ikincisi ise anlatmayı bilemediği kendi gerçekliğinden. En küçültücü ve gerçek bir tekme olan üçüncü reddetme de yanına sığınmak istediği, ancak onu yeteneksiz ve düşük görüp küçümseyen sanatın geri çevirmesidir. Bu, utancın dik alasıdır; kesin bir soyutlanmadır. İkinci sınıf yazar her yandan gülünç duruma düşürülür, her yandan gelen geri çevrilmelerden bunalır. Her seferinde daha çok utanç verici biçimde, üç kez geri çevrilmiş bir insandan ne beklenebilir? Böylesine rezil olmuş bir kişinin kaçması, bir daha görünmemek üzere bir yerde gizlenmesi gerekmiyor mu? Caka satan, üne susamış bir yeteneksizlik sağlıklı olabilir mi? Doğayı bu yüzden hıçkırık tutması gerekmez mi?

(Witold Gombrowicz,ziriabmobile)



1 Eylül 2012 Cumartesi

Recm ve Fallus'lu Süvariler

[Ve herkes evine gitti. İsa'da Zeytinlik Dağı'na gitti. Sabahın çok erken saatlerinde yine tapınağa döndü. Tüm halk onun yanına geldi. İsa oturup onlara öğretmeye başladı.

Dinsel yorumcularla Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirip ortaya diktiler. İsa'ya Öğretmen dediler, "Bu kadın zina işlerken suçüstü yakalandı. Musa ruhsal yasada bu gibilerin taşlanmasını bize buyurmuştur. Sen bu işe ne dersin?" Bunu İsa'yı denemek için söylüyorlardı. Öyle ki, O'nu suçlu çıkarabilsinler. İsa yere eğilmiş, parmağıyla topraya yazı yazıyordu. Kendisine soru sormakta diretmeleri üzerine doğruldu. "Aranızda kim günahsızsa, kadına ilk taşı o atsın!" dedi. Yeniden yere eğilip toprağa yazmaya başladı. Bunu işitince, yaşlılardan başlayarak, teker teker sonuncusuna varıncaya dek çekilip gittiler. İsa tek başına kaldı. Kadında orta yerde dikiliyordu. İsa doğrulup ona, "Ey kadın seni yargılayanlar nerede" dedi. "Kimse seni suçlu çıkarmadı mı?" Kadın, "Hiç kimse ya Rab!" deyince İsa, "Ben de seni suçlamıyorum" dedi. "Git ve bundan böyle günah işleme"]

II.Samuel 7:12; Mika 5:2; Mezmur 89:3


Erkeklerin fallusa "sahip oldukları", ama asla Fallus olmadıkları söylenir. Yani penis, Yasa'yla eşdeğerli olmadığı gibi, onu asla tümüyle simgeleyemez. Dolayısıyla fallusa sahip olma konumunu doldurmaya yönelik herhangi bir çaba zorunlu olarak imkansızdır. 
Lacan'a göre hem "olma" hem "sahip olma" konumları nihayetinde komik başarısızlıklar olarak kavranmalıdır, üstelik bu konumlar başarısızlıklarına rağmen söz konusu imkansızlıkları tekrar tekrar ifade etmeye ve eyleme dökmeye mecburdurlar. 

Peki bir kadın nasıl fallus gibi, fallusu cisimleştiren/içeren ve olumlayan eksik gibi görünür? Lacan'a göre bunun yolu maskelemeden geçer, maskeleme ise dişil konum açısından asli olan melankolinin etkisidir.

(cinsiyet belası, judith butler)

"Tantanalı başarılarla dünyanın altını üstüne getirdik. Bizim hikayemiz uçsuz bucaksız, bitimsiz ve dehşet vericidir. Anlayana."

Photosculptures: Alina Szapocznikow

"The other day, Saturday, 
tired from having spent hours
polishing my Rolls-Royce in 
pink Portuguese marble,
I sat in the sun and day-dreamed 
as I mechanically
chewed a bit of gum.
In shaping with my mouth
odd-looking and bizarre forms,
I suddenly realized what an extraordinary collection
of abstract sculptures was between my teeth.
One has only to photograph and enlarge
my masticated creations
in order to achieve a sculptural presence.
Chew well then.
Look around you.
Creation lies just between
dreams and daily work."

92 Malakoff
22 June 1971
Alina Szapocznikow

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Two shots of happy, One shot of sad

"Almamalıydın o geceyi kalbine..."
Two shots of happy
One shot of sad
You think he’s no good
Well he knew he was bad
Took him to a place
Now he can’t get back
Two shots of happy
One shot of sad

We walked together down a dead end street
Mixing the bitter with the sweet
Don’t try to figure out what we might’ve had
Just two shots of happy
One shot of sad

He was a singer
Some say a sinner
Rolling the dice
Not always a winner
You said he was lucky
But hell, he made his own
Not part of the crowd
Not feeling alone

"nancy sinatra"

21 Ağustos 2012 Salı

Bayram Trafiği Ayini "Aşai Rabbani"

"Tatlı ve çok kutsal bir içkidir sevgi,
Tanrım kan olarak duyumsar, bense şarap."

Wagner'in Parsifal'i La bemol major bir temayla başlar, yedi nota boyunca temposuz devam eder, akortsuz bir arpejle yükselir, ritmik, armonik ve melodik bir Do minör ölçüyle sona erer. Bu tema bütün prelüd boyunca gelişerek devam eder ve yaralı Amfortas'ın sunakta sunduğu, sonrasında da ona geri sunulan ekmek ve şarap biçiminde lütuf olarak ortaya çıkar. Temanın prelüd'e hakim olmasının sebebi şudur; Aşai Rabbani'nin anlamı sözlerle ya da eylemlerle değil müziktedir. Müzik dramayı, dışında Prelüd'ün uzun senfonik tefekküründe gelişmiş bir duygu katar.[rS]

Aslında çakılı kalmaya mahkum olduğumuz için fiksasyonlara benzer bir biçimde seyahatin sonuna gelirken aynı Aşai Rabbani ayini gibi "zamandan bağımsız olanın zamanla kesiştiği nokta" dayız.

Deniz'in öbür tarafına geçerken kıyıdan son kez varlığın kalbine bir bakış, seyahatin sonlanması. Aynı hıristiyan tasavvuruna göre İsa'nın kurban edilmesinde hayat bulan özlem gibi sözlere dökülemez. Ancak ve belki müzikle fark edilebilir. 

Seyahatin sonunda müziğin açtığı kesitten agape ilkesine yönelebiliriz. Yani dostluğun zevk verdiği münasip bir sığınak bulmak ve içinde kuytu ve yassı olarak zamanı seyrelemek. Etrafta kol gezen çılgınlıktan kaçıp düşünmenin mümkün olduğu bir evren bulmak. Ancak şehrin en büyük acısına tanıklık edebilmek için erken aşamalarda öğrendiğimiz şey "var olabilmek kafayı çekmek demektir" ilkesi olduğuna göre ve beşeri dünyanın en ücra köşeleri dahi keşfedildiğine göre kurmaya çalıştığımız sistem ancak yok olmayı seçtiğimizde anlam kazanacaktır.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Elyazısı Minareler

Yer değiştirmeye an gelip başlamış herşey, 
bugün kaybolmuşluk koşuluna kazılıdır.

Büyük devletlerin büyük kurumların büyük bütçelerini incelerseniz, orada o rakamların mürekkeple değilde cakayla yazıldığını görürsünüz.

Kutsalın yerini alan sanat, onu yapanların elinden çıkıp alındıktan sonra onu isteyenlere nasıl gidiyor? İyice yaklaşıp bakın![eb]

Müzelerde içimde başlayan tiksintiyi gördüm usta! Gözlerim ile gördüm bahsettiğin anın tiksintisini. Rahat ve içimden ters çıkan bulantıyı sonra. Kustum oracıkta birinin kapısına, başladığı yere.

Kabuslardan uyandım. Her sabaha kalkışımda bir müzede uyandım sonra sonra. Gözlerimin içinde katran, duman, zulüm, öfke, çalınmış erk.

Müzelerden çektim aldım içimi, sefil kaldım. Artık müzem ben oldum, beni yansılan dünyamı sakladı aldı, koydu lahitin birine. 

Tebessümle bakan gözlerime hep kusasın, ziyaretin geldiğinde bakarken bana.

Sonra peygamberimsi birdenbire yapayalnız kalıyorum usta. Manevi bir çatının tepesinden seyrediyorum bütün bunları. Dünyada yalnızım.

Görmek uzakta olmaktır. 

Açıkca görmek, durmaktır.

Taklit etmek yabancılaşmaktır.

İnsanların sana değmeden geçtikleri an ile etrafında sadece havanın olduğunu farkına vardığın an. Geldi işte...
g.2007
Smog - I Was a Stranger 

Epic Soundtracks - Fade Away

Sizi tehdit mi ettim?

Acılara dair kararlar veren düşünce acıdan kavrularak ilerliyor, acıya katlanarak ve bundan bir yarar sağlamayarak yukarı çıkıyordu.

Adeta yanıp kül olan bir evin temelindeki mimari hataların ilk kez farkına varılışı gibi.

Bir görev: Fakat ben yaradılışımdan dolayı sadece kimse tarafından verilmemiş bir görevi üstlenebilirim. Bu çelişkinin içinde yaşayabilmem mümkün. Herhalde herkes için durum böyledir, çünkü yaşanarak ölünür ve ölerek yaşanılır. Bir sirkin çadırla çevrilmesi gibi, dışarıdan bakan içeriyi göremez, tıpkı böyle. Nadir biri çıkar ortaya, çadırda ufacık bir delik bulur, dışarıdan içeriye bakabilir. Yine de, bu kişinin varlığını kanıtlamak gerekir. Hepimiz, bir anlamda kendisine göz yuman kişileriz. İkinci kez yine de bu delikten bakıldığında izleyicilerin sırtlarından başkasını görmek mümkün değildir. Üçüncü kez yine de, müziğin işitileceğine kuşku yoktur, hayvanların kükreyişlerinin de.

Nihayet sirkin çevresinde dolanarak görev yapan, böyle para ödemeyen meraklıların omzuna dokunan polisin kollarına korkudan bayılarak düşüverilir.

"franz kafka, kovalı süvari"

Elinin altında her şeyi denge halinde tuttuğunu sanan, birbirini bütünleyen dünya kadar personel insanın elinde kalan sadece "Hala açlığa devam ediyor musun?" sorusudur. "Daha çok sürecek mi?"

Leke çıkarıcı güç! "Şarap"

"Bu noktada bir uçurumun kenarında titriyoruz.
Ve önemli olan da düşmeyip titreye titreye orada durabilmek."

Tecrübelerime göre, şarabın en büyük lütuflarından biri de bu: Benliğe dair meseleleri zihnimizin önünde tutmanızı sağlarken kartezyen uçuruma düşmenizi engelliyor. Benlik bir şey değil, perspektiftir. Nagel'in hatırlattığı gibi perspektifler dünyanın içinde değil, dünyanın üzerindedir; içinde değil de üzerinde olmaksa dengenin zor sağlandığı bir eylemdir ve "Ben'in reverans halinde, bedenin de beslenirken oluşturduğu mesut hilal şeklinin teşvik ettiği türde bir düşünme pozizyonunda ulaşılabilir ancak bu dengeye."

Nereye bakarsanız bakın sadece bilincin nesnelerini görürsünüz: Yüz, rüya, hatıra, renk, acı, ezgi, mesele, bir kadeh şarap; ama bunların üzerinde parlayan bilinci hiçbir yerde göremezsiniz. Bilinci kavramaya çalışmak, kendi gözlerinizi ayna kullanmaksızın kendi gözlerinizle bakmaya çalışmak gibidir.

Bilinci-ister ruh, ister zihin, isterse benlik olsun-içimizdeki minyatür bir varlığın bilinci olarak tekrar betimleyerek insan bilincine ışık tutamayız. 

Muhtemelen minyatür varlığı maddi olmayan aleme yerleştirerek, gizemi de çoğaltırız.

"roger scruton, I drink therefore I am"

Birinci tekil şahıs ile üçüncü tekil şahsın bakış açıları arasındaki bariz asimetridir; silinip yok olma ihtiyacı.

Kendine acı atfederken birtakım içsel niteliklere dayanıyor değiliz; aslında hiç birşeye dayanmıyoruz.

Ormonde - I Can't Imagine

Lana Del Rey - Yayo