23 Mart 2014 Pazar


“Dünya maddeden değil, örgütlü ruhtan inşa edilmiştir”

William Blake
 
Bugün dünyada alternatif toplumun ne olabileceğine ilişkin hem radikal hem de etkili bir vizyon bulunmamaktadır. Aşağı yukarı tüm avangard manifestolar, tapınılırken, eklemlendirilirken ve yeni bir mekan/dünya için uygun hale getirilirken, sosyalizm veya politikadan ziyade edebiyat ve sanatla daha çok ilgili olmuş ve siyasi bir manifesto yaratmaktan ziyade kendisini en başta ayrıştırarak yitirmiştir. Elimizde kalan “başarısızlığa uğrayan bir tanrı” metaforu ve her şeyin bir “illüzyon” olduğu gerçeği.
 
Bir tek ÜTOPYA ihtiyacı dışında.
 
Bu anlamda zamanın fısıldadığı ütopyaları oluşturmak, sadece insana özgü antropolojik bir şey değil, aynı zamanda felsefi bir ihtiyaç konumunda. Ne var ki bu felsefi ihtiyaç, aynı zamanda sorumluluk metaforuna dönüşmekte.

Ütopyalar bir yandan verilmiş olanın reddedilmesi, mevcut iktidar düzeninden hoşnutsuzluğu içerse de, aynı zamanda insanlığı daha da mutsuz bir geleceğe taşımayacak, tam tersine özgürleştirecek şekilde alternatifler ve itirazlar sunma sorumluluğunu da beraberinde getirmelidir.

Günümüz dünyası büyük ölçüde ütopyalardan ve alternatiflerin manifestolarından yoksun, ancak bunların sebeplerinden arınmış değil. Bugün gerekli ve zorlayıcı olan “bir isyan jesti olarak kaçış hattı ile salt siyasal hat arasındaki” muğlak alanda, birini diğerinin yerine koymaya çalışmaksızın, bu iki nosyonu birlikte düşünmektir.

Yani ihtiyaç, artık bilinçli bir isyan duygusu olsun ya da olmasın, toplumsal yaşamın kanserini, yani bu dünyanın eşit olmamasının altında yatan nedenlere cevap verebilecek bir dünya tasarlamamız gerektiğidir. Uzun vadede daha önemli olan olgu ise direniş’in kendi kimliğini, kendini tanımlama kabiliyetini, yön duygusunu yitirme tehlikesi içerisinde olmasıdır.

Bizim istediğimiz, egemen mekanizmalarda çatlak oluşturmayı hedefleyen bir politika olmalıdır. Bugün böyle bir politikayı [direnişi] sürdürebilmek en azından toplumsal yalıtılmışlık riskini göze almak demektir. Ancak ütopyayı Nowak’ın işaret ettiği “toplumsal olanın toplumsallaştırılması” olarak anlamamız ve kendi kararlarını kendisi veren, tahakkümün olmadığı, akli yeteneğe sahip yaratıklar olarak anarşist bir pedagoji geliştirmenin zamanı gelmiştir. Bugün meydanlar göstermektedir ki, devletin başta okullar olmak üzere rafine etme araçları ellerinden alınıp yerlerine “daha az devlet, daha çok toplum” diyen ve direniş ile iktidarın karşısına, kendini onun aracı haline getirmeyi reddeden yeni bir hareket bırakmıştır. Levinas’ın dediği gibi “başkası için olmak, iyi olmaktır.” Bu toplumsal epifani içerisinde, sokakta/meydanda doldurduğumuz boşluğun anlamı, kendisinden türeyen ve durmak bilmez bir başkaldırının -peygamberce- çığlığıdır.

Hegel bireyin en dolu varoluşunun toplumsal yaşamında tamamlandığını anlatmıştı. Kierkegaard’a göre ise birey bilen değil ama yalnızca törel olarak varolan öznelliktir. Onun için önemli olan sorun, kendi törel varoluşudur. Gerçeklik bilgide yatmaz, çünkü duyu algısı ve tarihsel bilgi salt birer yanılsamadır; ve arı düşünce bir “imge” den  başka bir şey değildir.

Bu anlamda artık edindiğimiz bilginin açmış olduğu o dehliz bizi, sadece olanaklı olana götürürken, “gerçeklik sadece eylemde yatar ve yalnızca eylem yolu ile aşılabilir.”

Başkaldırı ve eylemlerimiz, boğucu gerçekliği aşmak için yaptığımız umutsuz girişimler ve bunlardan sonuçlanan sapmalar şeklinde ortaya çıkacaktır. Bütün bunları aşma yöntemi ise aslında ütopyayı korumak anlamına gelir.
 
Direnmek, belki gerçekliğe sırtını dönmektir.  Ancak hem gerçekliği kuran değerleri yok etmek, hem de onun sınırlarını kabul etmek mümkün değildir. Michelangelo’nun bir taş parçasının içinden, Davut’un ruhunu çıkarma aşamasında, delikli-kullanılamaz bir mermer üzerinde çalışmak zorunda kaldığı anlatılır. Bu sınırlılıkları hesaba katan bir şekil yaratabilmiş olması, onun yeteneklerinin kanıtıdır. Dönüştürmeyi istediğimiz dünya üzerinde tarih daha önce çalışılmıştır ve içi büyük ölçüde boştur. Ancak yine de onu değiştirip yeni bir dünya inşa edecek kadar yaratıcı olmamız gerekiyor.

Yeni direniş girişiminin anlamı, işleyeceğimiz günahın bir düşmandan çok, bizi desteklemeye yardımcı olacak, hem kültürel hem de sosyal bir huzursuzluk odağı olarak, pratikte reddediş düşüncesini içermelidir. Bu, gören gözlerim, duyan kulakların, dokunan ellerin somut başkaldırısının umudu olabilecek, sosyal girişimin ve sabırsız anarşizmin, fanteziyi nihai olarak ele geçirmesi anlamına gelen bir -reddedişi- içermelidir.

Direniş, insan bedeni ve ruhuna “toplumsal entegrasyon ve röprodüksiyon” gibi bütün diğer yönlerden çok daha fazla uygundur. 

Ancak en büyük hata, şizoid dünyanın dile gelen minik spartaküs kahramanları gibi, meydanda “Spartaküs benim” şarkısı ile kendi profan isimlerini yaratma çabası içerisine girmektir. Bu içi boşaltılmış ideoloji çabası, salt oportünizmin tutkusudur. Sonuçta yakılması gereken söndürülemeyen bir ateş olması gerektiğidir.

Sonuç olarak devrimlerin günün sonunda neye döndüğü ile halkların devrimci oluşları hep birbirine karıştırılır. Bunlar iki farklı insan kümesiyle ilişkilidir. Ancak bugün, direnişle başlayarak yeraltından gelen sesin anlamı, artık hiçbir şeyin saf olmadığı; verilmesi gereken tepkinin semptomatik ve yorum ihtiyacı içerisinde olduğunu kavramada saklıdır.

Camus, Başkaldıran İnsan’da tanrının sorumluluğunu yok sayarken, cerrahlar ile peygamberlerin ortak bir yanından bahseder. Her ikisi de ameliyat yapar ve her ikisi de geleceğin koşullarını düşler.  Bugün, artık daha fazla eyleyemediğimiz mevcut sistem, aynı Nietzche’nin tanrısı gibi zamanın ruhunda ölü bulunmuştur. Şizoid sistemin askerleri -neyin ak, neyin kara- olduğunu söylenememiş, ışık sönmüş ve özgürlük artık gönüllü bir tutsaklık olmuştur.

Kaynakça
  • Marcuse, Herbert – Us&Devrim Çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi, 2000
  • Diken, Bülent – İsyan, Devrim, Eleştiri: Toplum Paradoksu Metis Yayınları, 2012
  • Puchner, Martin – Marx ve Avangart Manifestolar: Devrimin Şiiri Çev. Çağrı B. Kasap Altıkırkbeş Yayın, 2012
  • Bookchin, Murray – Toplumu Yeniden Kurmak Çev:Kaya Şahin Metis Yayınları, 1999
  • Halliday, Fred – 2000’lerde Dünya Yayına Hazırlayan: Müsemme Sabancıoğlu İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002
  • Levinas, Emmanuel – Sonsuza Tanıklık Yayına Hazırlayan: Zeynep Direk, Erdem Gökyaran Metis Yayınları, 2003 
 
*Bu yazım NULL - Direnmenin Otopsisi Dergisinde, Gonzo Corpus&Çağrılmayan Cemaat Özel Projesinde yayınlanmıştır.

http://kultnesriyat.wordpress.com/

Değiş - Tokuşun Keyfi İşaretleri



14 Mart 2014 Cuma

Patolojik Fenomen: Bisiklet İktidar!

 
Anthony Burgess, bir arkadaşının “bacaklardan ibaret, göğüssüz ideal bir mankenle” olan randevusundan bahsederken,
 
“bir bisikletle yatağa girmekten farksızdı.” der.
 
YAŞAMIN ve İKTİDARIN -ruhsuz ve psikolojik- bir yoksunluk içerisinde bilinçlere zorla uygulattığı
 
"kimyevi" hatta "cerrahi" manüpülasyonlar,
 
her gün biraz daha mide bulandırıcı bir girdabın içerisine bizi çekmektedir.
 
Sonuç; aynı ölüye benzeyen, BUZ GİBİ ve SAHTE görünen "bir bisikletle yatağa girmenin" hazzına dönmüştür. Bu sefer sadece "geçmiş olsun" demeden önce,
 
"Merhametsiz ışık altında sağlıklı dişlerinizi gösterin."
 
Çünkü hastalığın düğüm noktası, dünyanın ve bu dünyanın yapaylığının birbiriyle çatışan birliğinde bulunur.

 
 

"İnsan, yok olacak kadar olgunlaşmıştır."

 




7 Mart 2014 Cuma

120.00 Kc.



Fiziksel özgürlüğün ahlaki özgürlüğe dönüşmesine benzer başka bir şey var mıdır? Fiziksel dünyadan ahlaki dünyaya geçişe dair başka sav var mıdır ?
 
Ahlaki olanın katli vaciptir. Nehrin iki yakasını birbirine bağlayan taş bir köprüde mühürlenmiş kilitler kadar. en az P.