31 Ocak 2015 Cumartesi

Bedenin Statüsü


Yoldan geri çevrilmiş her insan [beden], en az bir kıyamet imkanını barındırır.

Başka bir söylemle yaşama deyişinde temel bir ikircim vardır. Yaşam, kendi başına bırakıldığında estetik bir etkinlik barındırır. Ancak devamında -bundan asırlar önce bir kitap kapağının içinde okura seslenildiği gibi- eğer yeterince beklersen;
"yola çıkmak yerine, o yolun bedeninin içerisinden geçeceğine olan inancın” alır. Sonuçlar beklendiği gibidir. Yani hayat, "istifade edemediğimiz bir ölme özgürlüğüdür." Özünde özgür olamama hali, bir yokluk duygusu ile belirir. Aynı tao’nun yarattığı boş kase imgesi gibi. Hatta çakılıp kalmış Sümerli tanrıçaların ıslanmayı bekleyen vulvaları gibi. Irmaklardan gelecek suyu beklersiniz, ancak toprak hep kurudur.
İçeridekileri çok hareket ettirme; o kutsaldır!
Muhtemel kişi, muhtemel tüm gün boyunca Hegel’e hiç bulaşmadan “ötekinin arzusunu arzular.”  İşte sayısız arzuyu parçalayan esas arzuda budur. Ancak arzunun mantıksal bir ilerlemeyle ölüme gidip orada durmadığını, perde kapanmadan önce yokluğa gitmeye çalıştığını görmemiz engellenmiştir.  Tüm olanları fark ettiğiniz anda, uykunuzda seviştiğiniz şeytanı ruhunuzdan çıkararak terk etmiş ve pastoral bir polisiye öyküsünde yer alan ajanın, yaşamını sürdürmek için cinayet işlemeye devam etmesi gibi bir metafora kapılmışsınızdır. Aslında cinayet hiç işlenmeyecek, arzunun ontolojik ufkuna teğet geçen zalim bir saldırganlık hissiyle, geçmesini beklediğiniz yolun kenarında arka sırada beklemeye devam edeceksiniz.

Bedenin reddedilmesi, en soylu unsurları ortaya çıkaran ritim duygusudur!

Kant, uzun zaman önce Freud’un kapattığı alana girme cesaretini gösterirken, önemli bir eksikliği ortaya koymuştu. Eğer bilinçdışı dil ve düşünceyi etkileyen bir kuvvet alanı şeklinde hareket ediyorsa, o zaman şey, temsili bir “kendinde şey” olamazdı. Bu etki ancak bastırılmış fantezi ve anıların üst katmanlarında görülebilirdi.
Yolun kendinden geçmesini beklediğin bu fantezinin arzusu ya da yolcusu, -kuzeyde bir ülkede uzunca bir süre tanık olduğum üzere- aslında varlıkla ilişkili değildir.  Halen amniyotik bir sıvı plazmasının içerisinde içe dönük bir çalışma geliştirmemiz lazım. Ve derin bir unutma hali.
Asıl unutulmaması gereken; “kişi hiçbir şekilde bilmediğinde, netleşir ve açığa çıkar.”  
Açığa çıkmak ise hem örtük, hem de belirtik bir mantık taşır.
Sonunda ve yavaş yavaş bedenimiz dirilmiş bir bedendir, çünkü kaynağını bir kez daha görmüştür. Hatta beden, en az arzu kadar zamansallaştırıcıdır.
Neyi iletmişti Yuhanna?
“başlangıçta Tanrı vardı, ve söz Tanrı ile birlikteydi, ve söz Tanrı’ydı. Onda yaşam vardı, ve yaşam insanın karanlıkta parlayan ışığıydı, ve karanlık onu yenemedi.”
İnsan, en az Tanrı’sı kadar, kendi BEDENİNE ulaşmak için aynı sözleri söyleme hakkına sahiptir. Kendini kendi ile ilişkilendirmek ve kendisi olmayı isteme yoluyla “kendi” saydam benliğine ulaşabilir. En büyük paradoks olarak insan bedeni, her zaman bir yol öyküsü, bir sıçramadır.
“Şu şudur, bu değildir” in aydınlanması, Beden'in ve ondan geçecek olan Yol’un, kusurlu olmasının nedenidir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder