8 Temmuz 2015 Çarşamba

Labirent Dionysos’un kulağıdır, iç kulaktır


İnsanın yüzü ile olan ilişkisi tamamiyle soyutlanmış olanla ilişkiye benzer.
Her yüz, aldığı darbeler sonucu şekil değiştiren bir aynadır.
Çukur bir aynanın anlamı kendi içinde, tümsek bir aynanın ise dışarıda aranmalıdır.
Yüzden yansılanan şey zamandır.
Zaman istenç ve inancın bir bileşimidir.
İstence düşünceyi eklemeye çalıştığınız anlar, yalnız olduğunuzu en çok farkına vardığınız anlara tekabül eder.
Çünkü zamanı kendi bedenimizden başkalarına taşırız.
Zaman aslında anlam olarak olmayana aittir.
Kendi yüzünüz, elleriniz, bazen iç organlarınız vasıtasıyla zamanı en yakınınızdakine transfer edersiniz.
Bu sonsuz bir döngüde devam eder.
Şaşırmakta haklı olduğunuz şey, isteğin değil de, inancın nesnelleşmesinde hayatın ve zamanın problemlerini bulmaya vakit kalmamıştır.
Bu döngü aynı mükerrerlikte tekrarlanır.
Belki bir gün sizin bedeninizden geçmiş olan zaman tekrar size geri dönecektir.
Psikomorfizm olma hali, aynı zamanı başka bedenlerde yaşayan kişilerin kurak bir zamansızlıkta inleyen alışverişine benzer.
Zaman, bir takas objesidir.
“Az versene hayvan herif!” sizi ondan koparan tek sorudur.
Zamanı bir ödünç nesnesi olarak görmemiş kişiler, zamanla sadece yatmayı tercih ederler.
Zamanın içi yerine, dışına boşalmışlardır ve o sıcaklığı hiç hissedemeyeceklerdir.
Sıcak olan zaman, yüzünüzün deforme olmasını sağlayan asıl mit ve magmadır.
Zamana karşı bedenin yarış istenci, sizi aynı Çinliler gibi basık yapan önemli bir unsurdur.
İnsan bedeni yayılmadan toprağa yığılan, zamandan (ulus) ibarettir.
Geçmişte eriyik bir zaman parçasının nasıl bedenime yapıştığını anımsıyorum.
Her şey bizim onlara atfettiğimiz organize bir molekül yani toplumsallık iç güdüsü kadardır.
O lanet şey yüzünüzde çizgiler oluşturur.
Zamanı en iyi kullananlar politikacılardır.
Çünkü iktidarın olduğu her yer zamana açılan bir kapıdır.
Geride bıkaktığınız tüm zaman, dünyanın düzenini ifşa eder.
Zamanı arkamızda bırakmamak adına seçebileceğimiz yollardan biri, aynalardan uzak durmaktır.
Bunu seçmiş tüm cesetlere göz atarsak en yakınımızda duran kendi cansız bedenimizdir.
Karanlık ve tekinsiz bir şehre girerken soluk ışığın altında parıldayan bir zaman hüzmesi, sizin intiharınıza isteyen en nötr algıdır.
Zamanın yüzünüzün en çukur yerlerini doldurduğunu düşünün.
Karşınızda duran, kayıp gitmeyen bir zamandır.
Işık en girişken biçimiyle avuçlarınızın içinden dahi geçecektir.
Yaşlanmanın bedeli ışığın vücudunuzdan geri yansıması ve derinizde bıraktığı koyu izler şeklinde vuku bulur.
Aynaya karşı gösterilen iyi niyet aslında bir ışık olan zamanın izinde ortaya çıkar.
Zaman, kefaret ile barınak arasında bir sığınaktır.
Her düşüş ya da çöküş Tanrıya olan husumettir.
Koro ürpertici bir sekans ile titrer.
Ve aynanın üzerine çizilemeyen resimler “bütünüyle öteki” olanı var kılar.
Gerçek şu ki, farklılık farklılaşarak gider.
Kendinize düzensiz fanteziler uydurun.
Çünkü değişkenlik şeylerin kalbindedir.
Zamanın organik öğesi fizik dünyada ancak “karbon”a tekabül eder.
Bu basitliği unutmayın.
Hiçbir materyal karbonun yeteneğine sahip değildir.
Hayatın sadece ve komplike bir kimyasal bileşim olduğunu hayal edin.
İlahi şiddetin muğlaklığının kökü de, tam bu karbonun karbona yakınlığında aranmalıdır.
Zamanın var-olan ile her füzyonu, var-olanın varlığını tıkamasıdır.
Bu kendimizi zamanın içerisinde bir tür gösterme biçimidir.
Kuşatır ve geliştirir.

Eski bir soruyu yinelersek; Dionysos neden Ariadne’ye ya da sevilmeye gereksinim duymaktadır?

Zamanın iyiliğini isteyen Dionysos baba,
tıkandığı bir sabahın sonunda,
ışığın ve anlamın aynı anlama geldiğini anladığı bir lunaparkta
muhtemel kimin kim – neyin ne –
olduğunu anladığı anda
ikiye bölünmesi gerekecektir.
Olumlanması için gereken ikinci olumlama, yaman labirentin  yani iç kulağın kendisidir.
Kulağımıza küpe olsun.

“Zaman, onu tırmalayan düşünceler tarafından engellenecektir.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder