İnsanın yüzü ile olan ilişkisi
tamamiyle soyutlanmış olanla ilişkiye benzer.
Her yüz, aldığı darbeler sonucu şekil
değiştiren bir aynadır.
Çukur bir aynanın anlamı kendi içinde,
tümsek bir aynanın ise dışarıda aranmalıdır.
Yüzden yansılanan şey zamandır.
Zaman istenç ve inancın bir
bileşimidir.
İstence düşünceyi eklemeye
çalıştığınız anlar, yalnız olduğunuzu en çok farkına vardığınız anlara tekabül
eder.
Çünkü zamanı kendi bedenimizden
başkalarına taşırız.
Zaman aslında anlam olarak olmayana
aittir.
Kendi yüzünüz, elleriniz, bazen iç
organlarınız vasıtasıyla zamanı en yakınınızdakine transfer edersiniz.
Bu sonsuz bir döngüde devam eder.
Şaşırmakta haklı olduğunuz şey,
isteğin değil de, inancın nesnelleşmesinde hayatın ve zamanın problemlerini
bulmaya vakit kalmamıştır.
Bu döngü aynı mükerrerlikte
tekrarlanır.
Belki bir gün sizin bedeninizden
geçmiş olan zaman tekrar size geri dönecektir.
Psikomorfizm olma hali, aynı zamanı
başka bedenlerde yaşayan kişilerin kurak bir zamansızlıkta inleyen alışverişine
benzer.
Zaman, bir takas objesidir.
“Az
versene hayvan herif!”
sizi ondan koparan tek sorudur.
Zamanı bir ödünç nesnesi olarak
görmemiş kişiler, zamanla sadece yatmayı tercih ederler.
Zamanın içi yerine, dışına boşalmışlardır
ve o sıcaklığı hiç hissedemeyeceklerdir.
Sıcak olan zaman, yüzünüzün deforme
olmasını sağlayan asıl mit ve magmadır.
Zamana karşı bedenin yarış istenci, sizi
aynı Çinliler gibi basık yapan önemli bir unsurdur.
İnsan bedeni yayılmadan toprağa
yığılan, zamandan (ulus) ibarettir.
Geçmişte eriyik bir zaman parçasının
nasıl bedenime yapıştığını anımsıyorum.
Her şey bizim onlara atfettiğimiz organize
bir molekül yani toplumsallık iç güdüsü kadardır.
O lanet şey yüzünüzde çizgiler oluşturur.
Zamanı en iyi kullananlar
politikacılardır.
Çünkü iktidarın olduğu her yer zamana
açılan bir kapıdır.
Geride bıkaktığınız tüm zaman,
dünyanın düzenini ifşa eder.
Zamanı arkamızda bırakmamak adına
seçebileceğimiz yollardan biri, aynalardan uzak durmaktır.
Bunu seçmiş tüm cesetlere göz atarsak
en yakınımızda duran kendi cansız bedenimizdir.
Karanlık ve tekinsiz bir şehre
girerken soluk ışığın altında parıldayan bir zaman hüzmesi, sizin intiharınıza isteyen en nötr algıdır.
Zamanın yüzünüzün en çukur yerlerini
doldurduğunu düşünün.
Karşınızda duran, kayıp gitmeyen bir
zamandır.
Işık en girişken biçimiyle
avuçlarınızın içinden dahi geçecektir.
Yaşlanmanın bedeli ışığın vücudunuzdan
geri yansıması ve derinizde bıraktığı koyu izler şeklinde vuku bulur.
Aynaya karşı gösterilen iyi niyet aslında
bir ışık olan zamanın izinde ortaya çıkar.
Zaman, kefaret ile barınak arasında
bir sığınaktır.
Her düşüş ya da çöküş Tanrıya olan
husumettir.
Koro ürpertici bir sekans ile titrer.
Ve aynanın üzerine çizilemeyen
resimler “bütünüyle öteki” olanı var kılar.
Gerçek şu ki, farklılık farklılaşarak
gider.
Kendinize düzensiz fanteziler uydurun.
Çünkü değişkenlik şeylerin
kalbindedir.
Zamanın organik öğesi fizik dünyada
ancak “karbon”a tekabül eder.
Bu basitliği unutmayın.
Hiçbir materyal karbonun yeteneğine
sahip değildir.
Hayatın sadece ve komplike bir
kimyasal bileşim olduğunu hayal edin.
İlahi şiddetin muğlaklığının kökü de,
tam bu karbonun karbona yakınlığında aranmalıdır.
Zamanın var-olan ile her füzyonu, var-olanın varlığını tıkamasıdır.
Bu kendimizi zamanın içerisinde bir
tür gösterme biçimidir.
Kuşatır ve geliştirir.
Eski bir soruyu yinelersek; Dionysos
neden Ariadne’ye ya da sevilmeye gereksinim duymaktadır?
Zamanın iyiliğini isteyen Dionysos
baba,
tıkandığı bir sabahın sonunda,
ışığın ve anlamın aynı anlama
geldiğini anladığı bir lunaparkta
muhtemel kimin kim – neyin ne –
olduğunu anladığı anda
ikiye bölünmesi gerekecektir.
Olumlanması
için gereken ikinci olumlama, yaman labirentin
yani iç kulağın kendisidir.
Kulağımıza küpe olsun.
“Zaman,
onu tırmalayan düşünceler tarafından engellenecektir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder