"Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini
doldurmaya yeter."
1974 sonbaharında resmi kayıtlara göre ağır anti-depresan
alan Nick Drake'in ölümü aslında bir intahar değil, metafizik bir başkaldırıdır.
Onun romantik sanatının başkaldırısı kötülüğü yok etmek için iyilikten uzaklaşmaya ve kendisi de kötülüğe
yönelmekle, başkaldırısındaki olumlu değeri yok etmeye yönelimidir.
Önemli olan insanı, bir insan-tanrıya dönüştürmemektir.
Nick'in
ölürken başucunda bulunan Albert Camus'nun Sisifos Efsanesi'nde yer alan
Sisifos, tanrılar tarafından lanetlenip cezalandırılmış ilk insanoğludur. Cezası
bir kayayı her sabah Olimpos dağının eteklerinde iterek dağın tepesine çıkarmaktır
ama her gece kaya dağın eteklerine geri düşer. Bu kısır döngü Nick'in dünyadan
kopuşunun ve onun anlamlı çekingen dünyası ile ilişki kuramayışının ifadesidir.
"Üzgünün bayım fakat biliyorsunuz ki bu benim hatam değil. Dünyanın mekanizmasını bana ısrarla anlatıyor ve umut bağlamamı istiyorsunuz." der belki de öldürücü etkiye sahip mahçup duruşuyla.
Yaşarken sadece 3 albüm çıkarmış ve yolu Borders'a düşen
herkesin edinmesi gereken Pink Moon albümünü, sadece iki gece yarısı 2'şer saat
çalışarak kaydetmişti. İşte bu 26 yaş sendromunun kült figürü adam, Sisifos'un
aksine ölüm tanrısı kendisini almaya geldiğinde onu tutsak almayı başaramamış bir
anti-kahramandır. Onun intiharının hareket noktası aslında, hayatımızda saçma
olan ne varsa görme çabasıdır. Zamanın geçmesi, insanların yalnızlığı ve yabancılık
duygusu, herşeyin bir gün sona ereceğinin bilincine varılması ve hayatta geçici
olarak görülen ne varsa saçma duygusunun ortaya çıkmasının önemli bir nedenidir.
Bu duygu bir sokağın dönemecinde ya da sahilde dokların üstünde de karşınıza çıkabilir, ida dağının eteklerinde rüzgarlı bir gecede de. Nick belki de, "yarın böyle olacaktır, öbür gün de, bütün öteki günlerde" ezgisini duyduğunda umutsuz olmanın bilincine varmış bir insan, yani geleceği inkar eden bir ozana dönüşmüştür.
Bu duygu bir sokağın dönemecinde ya da sahilde dokların üstünde de karşınıza çıkabilir, ida dağının eteklerinde rüzgarlı bir gecede de. Nick belki de, "yarın böyle olacaktır, öbür gün de, bütün öteki günlerde" ezgisini duyduğunda umutsuz olmanın bilincine varmış bir insan, yani geleceği inkar eden bir ozana dönüşmüştür.
Epik şiiri "When the day is done" da güneş batıp gün
bittiğinde bir katharsis olarak herşeyin kaybedilip yeniden kazanıldığını imler.
Bu döngü şiir, başkaldırıyı sanatla yapmanın bir yöntemidir aynı zamanda.
Sonuç olarak; Camus'dan beri öngörebiliriz ki, insanın dünyaya yabancı olması,
onun dünya olmadığı anlamına gelir. Bizi dünyadan ayıran ve dünyaya yabancı kılan
şeyse kendi bilincimizdir.
İşte Nick Drake, dünyaya karşı sağır ve dilsiz kalmış bir başka kaynağımız olmayı sürdürmektedir. Onu bizce kült yapan içinde bulunduğumuz bu sihirli evrenin o garip mekanizmasının ispatıdır.
İşte Nick Drake, dünyaya karşı sağır ve dilsiz kalmış bir başka kaynağımız olmayı sürdürmektedir. Onu bizce kült yapan içinde bulunduğumuz bu sihirli evrenin o garip mekanizmasının ispatıdır.
"ida dağının eteklerinde yaşayıp dünyaya doğru yuvarlanmayan kadın(ım) smyrna'ya adanmıştır"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder